Kurmeşli gençler Wiesbaden de ikinci buluşmasını gerçekleştirdiler.
20 yakın gençin buluştuğu toplantıda, Ulm, Stuttgart, Karlsruhe, Wiesbaden, Duisburg, Wipperfürth ve Neuss deki temsilcileri katıldı.
Toplantı saat 13.00 de başladı ve saat 17.00 de bitti.
Toplantıda şu kararlar alındı. 18- 19 ve 20 Mayıs ta Almanya nın merkezi bir yerin de üç günlük Kurmeşli Gençlerin bir buluşması gerçekleşecek.
Genclerin buluşacağı yer ertesi gün belirlendi.
Jugendherberge Rüdesheim am Rhein
Jugendherberge 1
65385 Rüdesheim
Alınan ortak karar gereği, Cuma günü akşam saat 17.00 de buluşacak gençler, Pazar günü kahvaltıdan sonra evlerine dönecekler.
Üç günlük program şu şekilde belirlediler.
18 Mayıs Cuma günü: Jugendherberge yerleşim, Akşam yemeği, Kendilerini tanıtma, Kurmeşli gençlerin beklentileri -Seminer ve Müzik
19 Mayıs Cumartesi: Kahvaltı, Sportif etkinlikler, Halay, Öğle yemeği, Biz kimiz ve Gerçekliğimiz- Seminer- Müzik, Akşam yemeği, Gençlik ve Almanya da ki perspektifler-Seminer-Müzik, Lagerfeuer, müzik ve Halay
20 Mayıs: Kahvaltı, Toplantının değerlendirilmesi ve dönüş.
Üç günlük buluşma için 35 kişilik ve artı 10 kişili yedek yer ayrıldı. 100 kişilik büyük salon da alındı.
Bölge temsilcileri en kısa zamanda buluşmaya katılacak gençleri tespit edip, yetkili kişiye
( Aziz İltümür e) bildirecekler.
Üç günlük toplantı iki kahvaltı, iki akşam yemeği ve bir öğle yemeği ve iki geceleme, kişi başına 30 € olarak belirlendi.
Gençlik buluşmasını sağlamak için köylülerimiz arasında maddi destek sağlanmaya çalışılacak.
Buluşmanın gidişatı ve üç günlük buluşmada kendi aralarında konuşulacak ve diğer konular buluşmada hazır bulunanlar arasında demokratik bir şekilde karara bağlanıldı.
Önümüzdeki günlerde, Kurmeşli Geçlerin buluşma toplantısının çağrı bildirisi çıkarılacak.
TBMM Dilekçe Dersim Komisyonu’na 23 kurumdan 130 bin sayfalık belge geldi. MİT ‘belge yok’ dedi. Adalet Bakanlığı, Dersim’in de içinde bulunduğu arşivlerini ‘su bastığını’ bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı, 38 bin belge gönderdi. Tasnif işlemlerinin devam ettiğini bildirdi. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı elindekileri gönderdi. Ancak, bu kadar belge içerisinde Dersim’in kayıp kızlarının hangi asker ailelerine verildiğine dair belge çıkmadı.
‘Kayıp kızlar hangi asker ailelerine verildi?’
Dilekçe Komisyonu’nun katip üyesi AKP Bursa Milletvekili İsmail Aydın T24’e, “Çok sayıda belge var Bunlar içerisinde Dersim’in kayıp kızlarının hangi asker ailelerine verildiğine ilişkin bilgi ve belge yok” dedi. Kayıp kızlarla ilgili bilgilerin bir noktaya kadar korunduğunu ve oradan öteye gidilmediğine dikkat çeken Aydın, ‘İzlerini bulabilir misiniz’ sorusuna, komisyona yapılan bireysel başvuruların belgelerin bulunması yönünde önemli ipuçlarını çıkartabileceğini belirtti.
Cemil Çiçek’e Dersim ziyareti
Yaklaşık bir yıldır belgeleri toplamasına rağmen çalışma temposuna giremeyen alt komisyon için yeniden yol haritası belirleniyor. AKP Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş’in yaptığı Meclis Dilekçe Komisyonu üyeleri geçtiğimiz günlerde TBMM Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret ederek belirlenecek bir üniversitenin ‘tarih ‘ kürsüsü ile çalışmak istediklerini söyledi. Çiçek, komisyona, konunun hukuki yanına bakılmasını, Meclis’in böyle bir çalışma yapıp yapmayacağının anlaşılması gerektiğine dikkat çekti. Başkanlık, hukuki anlamda sakınca olmadığını bildirirse, Dersim Komisyonu üniversitelerle işbirliği yapacak. Aralarında protokol imzalanacak.
‘Seyit Rıza’nın daire içine alınarak işaretlenen evi’
Dersim Komisyonu için 23 kurum ve kuruluştan 130 bin sayfalık belge geldi. Genelkurmay’ın gönderdiği belgeler arasında Dersim askeri harekatının ayrıntıları,
Dersim olaylarının simge ismi Seyit Rıza’nın teslim oluşu, operasyon sonuçlarına ilişkin belgeler de yer alıyor. Dersim olaylarının yaşandığı bölgenin coğrafi haritası, hangi aşiretin nerede nüfus ve bölge etkinliğine sahip olduğu gibi bilgileri içeren belgeler komisyonda. Dersim haritasında, bölgedeki aşiretlerle ilgili tüm bilgiler ne kadar silahlı gücü olduğuna yer veriliyor. Seyit Rıza ve birkaç aşiret reisinin evi ise daire içine alınmış ve okla gösterilmiş. 1939 yılının sonuna ilişkinRagıp Gümüşpala’ya ait belgelerde ise, harekatta ölen ve yaralanan asker sayısı yer alıyor.
Dersim’in tanıklarından
Dersim olaylarında askeri istihbaratta görev yapan 103 yaşındaki Mehmet Ali Doğaner, ölmeden önce kendisini ziyaret eden ve bilgi alan Dilekçe Komisyonu Üyesi CHP İzmir Milletvekili Erdal Aksünger’e, operasyonu bizzat yöneten isimlerden dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın bölgeye gizli olarak çok sık geldiğini anlatmıştı. Atatürk'ün bölgeye yaptığı iki ziyareti aktaran Doğaner, "Diyarbakır'dan ikinci gün gelişinde aşiret reislerinin şafak vakti asıldığını öğrendi. Çok irkildi. 10 metre kendi başına yürüdü ve Diyarbakır'a geri döndü" dedi. Operasyonla ilgili ayrıntı vermemeye dikkat eden Doğaner, "3. Kolordu geldi ve temizlik yaptı" demişti. Hülya Karabağlı / Ankara
90 yaşındaki Yumoş Bakıray
KADINLARI SADECE KURŞUNA DİZMEDİLER, TECAVÜZ ETTİLER
1937 yılında Turişmek köyü Robaik mezrasında, ailemle yaşıyordum. 15 yaşındaydım daha. Askerler katliamdan önce gelip köydeki evlerde bulunan bıçaklarımızı bile toplayınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında. Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, ormana saklandık. Oradan seyrediyorduk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve erkek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unutmadım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile kulağımda.
Anlatırken kalın çerçeveli gözlüklerinin altından gözyaşları akıyor Yumoş Nene’nin. “Neneceğim biraz dinlen istersen” deyince, “Yok oğul, anlatalım ki bir daha kıyamasınlar kimseye” dedi ve devam etti:
İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar. Etraf sarılıydı ve çoğu bir birine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bizimde başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık. Askerler daha sonra köyleri ateşe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanıdıklarımızın cesetleri ile doluydu. Sonra tekrar ormanlık alana çekildik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik. Gündüz mağaralarda saklanıyorduk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadınlar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘çocuğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Kadın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğulmuştu.
KÖYÜ ÇIĞLIKLAR SARDI
Katliamın bir diğer yaşayan tanığı 83 yaşındaki Hüseyin Gül. İzlerini hala vücudunda taşıdığı katliam sırasında 10 yaşındaymış Hüseyin Dede: Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor:
Askerler bizi Hopik’te topladı. İple kollarımızı birbirine bağladılar. Önümüze makineli tüfekleri koydular ve taramaya başladılar. Kadın çığlıkları ortalığı kaplamıştı. Ağzımdan ve vücudumun başka yerlerinden vuruldum. Bir cesedin altında kaldım ve ölü numarası yaptım, hiç kıpırdamadım. Yaklaşık 10 asker ölenleri kontrole geldi. Süngü batırıyordular.Koluma süngü isabet edince ah dedim. Canlı olduğumu anlayınca bacağımdan tutup sürükledi ve tepeden aşağı attılar, Munzur’a attılar beni. Askerler sudayken de ateş etti ama vuramadı. Bir baktım Munzur kıpkırmızı, kan akıyor. Suların üzerin cesetler yüzüyor. Boğulmak üzereyken yanımdan geçen bir cesede tutundum. Onunla birlikte epey sürüklendim. Bir yerde ayaklarımın taşa değdiğini hissedince çırpındım sudan çıktım. Aylarca dağlarda köy köy dolandım.
______________________________
Keçileri Bombalayan Pilota Madalya Takıldı..
CHP, ilginç bir parti. CHP’liler de! Bir yandan bir mezhep ekseninde kadrolaşmaya soyunuyorlar. Diğer yandan o mezhep mensuplarının yoğun olarak bulunduğu bir ilimize yönelik kanlı baskınları örtbas etmeye çalışıyorlar. Sadece CHP’liler değil. Kendilerine yönelik kanlı baskınlar düzenlenen Dersimlilerin tavırları da ilginç. Kendi cellatlarını, bağırlarına basıyorlar. Kendi yorumlarımızla işi subjektif değerlendirmelere götürmeyelim. Yapı Kredi Yayınları’ndan 1998’de çıkan bir kitaptan alıntılarla olayı aktaralım. Kitap, Cumhuriyet’in 75. yılı anısına, Halit Kıvanç’ın Sabiha Gökçen ile yaptığı ve 1950’li yıllarda gazetelerde yayınlanan röportajlardan oluşuyor. Kitabın ismi de “Bulutlarla yarışan kadın.” CHP’liler itiraz ediyorlar, “Dersim olaylarında şu şu kişilerin bir kusurları yoktur” diyorlar ya. Atatürk’ün manevi evladı ile yapılan röportajdan, olayın gerçek yönünü öğrenelim. Önce Halit Kıvanç’ın yorumu:
Hafızanıza müracaat ederseniz, genç kızın yola Ata’nın tabancası ile çıktığını hatırlarsınız. Bu tabanca, Sabiha Gökçen’in şu anda da titizlikle muhafaza ettiği kıymetli hediyelerin başında geliyor. Zira Ata, genç kızın esas tabancasının ağır olduğunu bildiğinden, ona daha hafif olan Smith-Wesson’unu vermeyi doğru bulmuştu. Bu aynı zamanda, ‘Sana güveniyorum. İcap ederse işte seni koruyacak silah’ demek isteyişi gibi, mutena bir manası da vardı. Atatürk’ün tabancaları çoktu. Uzun müddet kullandığı esas tabanca, bu Gökçen’e Dersim’e giderken verdiği idi.
Demek ki ne imiş? Sabiha Gökçen, Dersim’i bombalamaya gitmeden önce, Atatürk’ten çok önemli bir hediye almış: “Atatürk’ün en uzun süre taşıdığı silahı.” Aynı röportajdan, şimdi de direkt Sabiha Gökçen’in anlatımını aktaralım:
Alay kumandanı bizi toplamış ve ‘tabancalarınızı unutmayın’ demişti. Ben de Ata’nın verdiği tabancayı elimle şöyle bir yokladım. ‘Canlı ne görürseniz ateş edin’ emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk.
Olayın bire bir içindeki kişi anlatıyor; 1937’de yaşanan Dersim bombardımanını.Emir aynen bu: “Canlı ne görürseniz, ateş edin.” Ve bizzat failin ağzından itiraf: “Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk.” Kıvanç’ın ara notları ile, manevi evladın anlatımları devam ediyor:
Gökçen bir an güldü: Gariptir, dedi. Tavuk kesilirken bakamam. Fakat tayyareye binince, hele böyle askeri vazife alınca, bu histen sıyrılıyordum. Gene de öyledir. Tavuk kesilmesini seyre bile tahammül edemem.
Tavuk dahi kesemeyen manevi evlat, “canlı ne görürse, bombalıyor!” Ben iddia etmiyorum, kendisi itiraf ediyor. “İlk kadın tayyarecimiz Sabiha Gökçen” başlıklı aynı röportajın devamında bir ara başlık: “Dersim başarısı madalya ile taltif ediliyor.” Ara başlığın altında yazılanlar, anamuhalefet partisinin bugün karışmasına sebep olan “Dersim olaylarından Atatürk de haberdardır” merkezli iddiaların ne kadar doğru olduğunu ispatlıyor:
Sabiha Gökçen, Dersim harekatında muvaffakiyetle vazife görmüştü. Bir ay süren harekat sırasında bazan pilot olarak tayyareyi kullanıyor, bazan râsıt olarak vazife görüyor, bazan bomba atıyor, bazan keşif yapıyordu. Âsiler bir kadın tayyarecinin kendilerine bomba attığını öğrenmişlerdi. Hele bir kadın tarafından ateşe tutulmak, onlara çok ağır geliyordu. Ah bu kızı ellerine geçirselerdi. Bunun içindir ki Atatürk ileriyi görmüş ve ‘Çarpışacağın insanların eline esir düşersen, sana çok fena muamele ederler’ demişti.""
ZEYNEP KURAY 08:28 / 30 Ekim 2012 BAKIRKÖY CEZAEVİ - Öcalan'a özgürlük talebiyle Bakırköy kadın kapalı cezaevinde 24 Eylül'den bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayan 10 kadın tutsağın direnişine, 15 Ekim'den itibaren dahil olan 12 kadın tutsak, zindanlardan yükselen çığlığa karşı hüküm süren sessizliğe "Susanlar saldıranların suç ortağıdır" sözüyle cevap verdi.
PKK lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin sonlandırılması, ana dilde eğitim ve savunma hakkı talepleriyle PKK ve PAJK tutsaklarının 12 Eylül'de başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi 48'inci gününü doldurup, kritik sürece girerken , direniş kararlılığı gün geçtikçe büyüyor.
15 Ekim 2012 tarihinden itibaren açlık grevine giren ve 12'nci gününü geride bırakan Semra Karabaş, Belgin Karaboğa, Aysel Diler, Hülya Yar, Pervin Yerlikaya Babir, Şehnaz Akdoğan, Meltem Yıldırım, Nurcan Yoluvercan, Emel Çetin, Yasemin Aslan, Jiyan Polat ve Ruşen Gültekin isimli tutsaklar, bugün Kürt halkının kimlik bilincine ulaşarak, zulme karşı değerlerine onurlu bir şekilde sahip çıkmalarının arkasında PKK lideri Abdullah Öcalan'ın büyük emeği olduğunu hatırlatarak, "Sayın Öcalan olmadan asla" dediler.
Kiminin köyü yakıldı, yakınları infaz edildi. Kiminin çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçerken, kimisi devlet tarafından dayatılan asimilasyon politikaları nedeniyle ana dillerini bilememenin ezikliğiyle büyüdüler. Ancak hiç biri Kürt halkının yaşadığı baskı karşısında sessiz kalmadı. Bugün de aynı duyarlılıkla bedenlerini açlığa yatırdılar.
1987 yılında Bitlis Hizan'a bağlı Tasuh köyünde doğan Semra Karabaş, henüz 7 yaşındayken devlet terörüyle tanıştı. Kirli savaşın en yoğun yaşandığı 1994 yılında Kürt halkına dayatılan, ya korucu olacaksın, ya da köyünü boşaltacaksın" baskısıyla bir sabah ansızın köyü askerler ve Özel Harekatçılarla sarıldı. Annesinin kendisi ve kardeşlerini korumak için gönderildiği tarlada doğup, ilk adımlarını attığı köyünün kül oluşunu izledi. Bu vahşet sonrası ailesiyle birlikte İstanbul'a zorunlu göç eden Karabaş, bu kez de kimliğine yönelik asimilasyon ile karşı karşıya kaldı. Tek kelime Türkçe bilmezken, tekçi eğitim sistemi sonucunda anadili olan Kürtçe'yi unuttu. Gerçek ismi Berivan olmasına rağmen, doğduğu yıllarda Kürtçe isimlerin yasak olmasından dolayı, kimliğinde Semra ismini kullanmak zorunda bırakılan Karabaş, "bir devlet düşünün ki bir isimden bile korkuyor" diyor. 13 Ocak 2012 tarihinde KCK adı altında yürütülen operasyonlarda tutuklanan Karabaş, "İnsanın kimliği bedenidir. Bunu kimse ne inkar edebilir, ne yok sayabilir. Kimse bize dilimizi öğretip, öğrenemeyeceğimiz, kültürümüzü yaşayıp yaşayamayacağımızı dikte edemez. Bu hususta Sayın Öcalan'ın Kürt halkına kimlik bilincinin oluşmasında büyük emeği ve çabası olmuştur. Bunu kimse inkar edemez. Onsuz bir çözüm arayışı, ancak çözümsüzlüğü derinleştirir" diye konuştu.
ÖCALANSIZ BİR YANIMIZ HEP TUTSAK
Tıpkı Semra Karabaş gibi Belgin Karaboğa da henüz 3 yaşında iken tanıştı devletin acımasız yüzüyle. 1989 yılında doğduğu Bitlis Tatvan'a bağlı Pinkos köyünde, 1991 yılında etrafı askerlerce sarılan evlerinden babasının zorla alınıp götürülüşü bir film karesi gibi hafızasına kazındı. Babası cezaevine girerken annesi ve kardeşleriyle göç ettikleri Van'da köylerinin yakılıp, akrabalarının infaz edildiğini öğrendi. Sonra ki yıllarda ailesi ile İstanbul'a taşınan Belgin Karaboğa, bu kez baskıların bire bir hedefi oldu.30 Eylül 2011 tarihinde BDP'nin yapılandırmasına yönelik yapılan operasyonlarda tutuklanan Karaboğa, "Bugüne kadar ödenen bedellerle yaratılan farkındalıklar büyük kazanımlar sağladı. Burada temel rol önder Apo'nundur. O gözlerime ışık oldu. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sürdükçe bir yanımız hep tutsak kalacak. Onun özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür" dedi.
ANADİLİNİ BİLEMEMENİN EZİKLİĞİ
Aysel Diler Van'lı bir ailenin çocuğu olarak 1988 yılında Tekirdağ'da doğdu. Babasının 1994 yılında polisin bastığı evlerinde gözaltına alınıp tutuklanmasıyla çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçti. Okuduğu Trakya Üniversitesi'nde süre gelen ırkçı saldırılarla kimlik bilincine varan Biler, anadilde eğitim hakkı için mücadele ederken 19 Haziran 2011 tarihinde tutuklandı. Onurlu bir yaşan için bedenini açlığa yatırdığını vurgulayan Diler, "Gelecek nesillerin daha özgür bir ortamda ve daha eşit koşullarda yaşayabilmeleri için herkes elini taşın altına koymalı. Türk ve Kürt halklarının ortak ve barışçıl bir ortamda yaşayabilmeleri isteniyorsa, Sayın Öcalan tek adrestir. Yıllarca göç ettiğimiz batı illerinde maruz kaldığımız yoğun asimilasyon nedeniyle anadilimizi öğrenememenin ve bilmemenin ezikliği içinde yaşadık" diye konuştu.
1987 yılında Muş Malazgirt'te doğan Nurcan Yolvercan, İstanbul'da öğrenciyken katıldığı basın açıklamaları gerekçe gösterilerek 9 Ocak 2011 tarihinde tutuklandı. Bugün cezaevlerinde dalga dalga yayılan açlık grevi direnişi köprüsünün barışa vesile olması umuduyla oluşturulduğunu belirten Yolvercan, "Taleplerimiz gerçekleşene kadar eylemimize kararlılıkla devam edeceğiz" dedi.
GEÇ OLMADAN...
1976 yılında Dersim Pertek'te doğan Hülya Yer, BDP Parti Meclis üyesiyken 4 Ekim 2011 tarihinde KCK adı altında eş zamanlı yapılan operasyonlarda tutuklandı. Yer direnişini şöyle özetledi,"Baskı, ret ve inkar politikalarına muhalefet eden her kesime pervasızca saldıran AKP iktidarı, toplumu ayrıştırma noktasına getirmiştir. Türkiye'de ki mevcut sorunların temelinde Kürt sorunun çözümsüzlüğü yatmaktadır. Ben de Alevi Kürt bir kadın olarak, sorunun çözüm kilidinin Kürt halk önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın elinde olduğunu biliyorum. 14 yıllık tecridin Sayın Öcalan'ın şahsında özelde Kürt hareketine, genelde ise eşit, özgür ve kardeşçe bir arada yaşamı savunan tüm insanlara uygulanan bir tecrittir. Kadın rengimle bu tarihsel direnişte yer almayı vicdani bir sorumluluk olarak ele alıp, taleplerimiz kabul edilene kadar direniş bayrağını elden bırakmamaya kararlıyım. Duyarlı olan tüm kesimlerin ayağa kalkmasını bekliyorum. Bedenimizi onurlu, eşit ve kardeşçe bir yaşam için açlığa yatırmışken, bu çığlığın karşısında sessiz kalanlara, Hz Ali'nin, "Suskunlar saldıranların suç ortağıdır" sözünü hatırlatmak isterim. Geç olmadan yapılanlar önemli ve anlamlıdır. Geç yapılan hiç bir şeyin kıymeti ve anlamı yoktur" diye konuştu.
1984 yılında Batman'ın Beşiri ilçesinde doğan Emel Çetin, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okurken, muhalif Kürt bir öğrenci olduğu ve demokratik taleplerinin dile getirildiği basın açıklamalarına katıldığı için 11 Mayıs 2012'de tutuklandı. Çetin, "Eylemimiz Kürt halkına kimliğini kazandıran, onu yeniden yaratan Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşana kadar tüm kararlılığıyla sürecek" dedi.
BASINDAN BASINA : ÜÇ MAYMUNU OYNAMA
1982 yılında Diyarbakır Ergani ilçesinde doğan Pervin Yerlikaya Babir, 20 Aralık 2011 tarihinde Özgür Basın'a yönelik KCK adı altında yapılan operasyonda tutuklandı. Sayın Öcalan nezdinde tüm kürt halkı üzerinde uygulanan tecridin kaldırılması ve yıllardır süren asimilasyon politikasını sona erdirip, anadil hakkının verilmesi herkesin bilip, bilmezden geldiğini hatırlatmak için açlık grevinde olduğunu hatırlatan Babir, basına," Üç maymunu oynamaktan vazgeçin " diye seslendi.
KARANLIĞI YIRTACAĞIZ
1989 yılında İstanbul'da doğan Meltem Yıldırım tarihi bir sürecin yaşandığını belirterek "Özgürlük hareketi bizlere bu süreçte başımız dik bir şekilde direnmenin imkanını sağladı. Yüzlerce arkadaşımla birlikte bu süreçte açlık grevinde yer almaktan dolayı onur duyuyorum. Açıktır ki tarihin altında kalan biz olmayacağız. Zaman ilerliyor. İnsanlar bedenlerini büyük bir kararlılık ve iradeyle ölüme yatırıyorken, buna seyirci kalmak tarihin altında kalmaktır. Tüm yurtsever, devrimci, demokrat ve duyarlı kesimleri de rollerini oynaması, geleceğe alnı açık, başı dik bir şekilde çıkabilmek için, sesimize ses olmaya davet ediyorum. Tek silahımız bedenlerimizi namluya sürdük, karanlığın ortasına nişan aldık. Ya yırtacağız ya yırtacağız karanlığı" diye konuştu.
BDP üyesi olduğu gerekçesiyle 4 Ekim 2011 tarihinde Kürt siyasetçilere yönelik yapılan eş zamanlı operasyonlarda tutuklanan 27 yaşında ki Şahnaz Akdoğan, direnişinin anlamını çocukken yaşadığı bir olayla anlatarak şöyle ifade etti, "Küçük bir çocukken iki civcivim vardı. Ele avuca sığmazlardı. Bir sabah kümeslerini açmak için gittiğimde, birinin cansız bedeni yerde yatıyordu. Başı yoktu ve kanıyla , "hepinizin başınızı keseceğiz" diye yazmışlardı. Diğerini ortada bulamadım. Onu da götürdüklerini sandık ve çok üzülmüştük. İki hafta sonra bir sabah onun sesiyle uyandık. O gün çok neşeliydik çünkü ölmemişti. Kaçmış ve kendini kurtarmıştı. Günlerce açlığa ve soğuğa dayanmıştı. Ortaya çıktığında büyümüştü. Çok güzel bir duruşu vardı. Meydan okuyordu adeta. Bu olay kimliğimin dışlanmışlığı ile tanışmamdı. Bir civcive bile tahammülleri yoktu. Kürdün civcivi bile ölmeliydi onlar için. Ama biri kurtulmuş ve büyümüştü. Bizler gibi yaşamayı ve yaşamıyla umut olmayı başarmıştı" diye anlattı.
GÜNEŞSİZ BİR YAŞAM OLMAZ
2,5 yıldır tutuklu olan 21 yaşında ki Jiyan Polat, direnişin onun için ne anlama geldiğini şöyle anlattı, "Bende bir Kürt bireyi olarak, İmralı'daki tecridin kırılması için rolümü oynamak istiyorum. Bunu halkıma bir borç olarak görüyorum. İsmim gibi yaşamayı çok seviyorum. Bu borcu ödeyebilmek için en sevdiğim yaşamdan vazgeçmeyi göze alıyorum. Güneşle aydınlanmamış böyle bir yaşamı da zaten istemiyorum" diye konuştu.
Yasemin Aslan 2008 yılından beri tutuklu, "Acaba eylemimizin sebebini biliyor musunuz? Eylemimizin sesini duyabiliyor musunuz? Eylemimizin dilinden anlıyor musunuz? Duygularımızı hissedebiliyor musunuz?" diye soran Aslan, "Dilimiz asimile olmaya doğru gidiyor, baş ve bedenimiz birbirinden ayrılıyor, akıl ve yürek seslerimiz birbirinden kopartılıyor. Bizler hep beraber özgürlük orkestrası olacağız. Onurlu bir ölüm, esir-köle, asimile ve anlamsız bir yaşamdan daha anlamlıdır. Bu esasla yüzümüzü Güneş'e döndük ve diyoruz ki; direniş yaşamdır" diye konuştu.
ÖLÜMLERDEN AKP SORUMLUDUR
16 Nisan 2012 tarihinde tutuklanan Ruşan Gültekin de "Her şeyi göze alarak bu direnişe başladık. Artık oyalama taktikleri ve yaratılmak istenen sahte umutlara dur demek için, bedenlerimizi açlığa yatırdık. Geri adım atmayacağız, finaldeyiz. Olası ölümlerden ve ya sakatlıklardan başta AKP hükümeti olmak üzere bu çığlık karşısında duyarsız kalan kesimler sorumludur" dedi.
Uluslararası Cinsiyet Eşitliğinin İnşası Konferansı İsveç - Türkiye Deneyimleri, Boğaziçi Üniversitesi Şahenk Salonu- Garanti Kültür Merkezi'nde devam ediyor.
Filmmor Kadın Kooperatifi, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği, GSÜ Medya Çalışmaları, Araştırma ve Uygulama Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı tarafından organize edilen konferans dün başlamıştı. Bugünkü oturumlarla konferans sona eriyor.
Konferansta, "Mevcut eşitsiz koşullarda, inşa edilmesine özel önem verilmeden kadın-erkek eşitliği sağlanabilir mi? Kadın-erkek eşitliğini inşa etme sürecinde özel önlemler, özel politikalar neler olmalı? İsveç ve Türkiye'de kadın-erkek eşitliği uygulamaları, yasalar, özel önlemler, politik yaklaşım nasıl olmalı? Politik, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda kadın-erkek eşitliğini bir bütün olarak inşa etme politikaları neler olmalı?" sorularının yanıtlarını tartışılıyor.
Uluslararası Cinsiyet Eşitliğinin İnşası Konferansı'na, İsveç ve Türkiye'den, çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi, akademisyen, öğrenci, gazeteci ve siyasetçi kadın katılıyor.
Konferansın 3. Forum başlığı "Cinsiyet Eşitsizliği, Beden Politikaları ve Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Deneyimleri"ydi.
Panele konuşmacı olarak, İsveç'den Terrafem üyesi Debbie Nujen, ROKS'dan Malin Olsson, Türkiye'den CEİD üyesi Ayça Kurtoğlu, BDP Milletvekili Sebahat Tuncel, Mor Çatı'dan Canan Arın ve Özlem Özkan, Kadın Dayanışma Vakfı'ndan Ebru Hanbay Çakır, İstanbul Feminist Kolektifinden Meriç Eyüboğlu, Sosyalist Feminist Kolektif Özgün Akduran, VAKAD'dan Zozan Özgökçe katıldı.
5-6 Ekim'de Galatasaray Üniversitesi'nde yapılması planlanan konferans, Sebahat Tuncel'in konuşmacı olması neden gösterilerek rektörlük tarafından Sebahat Tuncel'i konferanstan çıkarılması şertı getirmesi üzerine mekan değiştirmiş ve Boğaziçi Üniversitesi kadınlara konferans için kapısını açmıştı. Konferansın mekan değiştirmesine neden olan oturum bugün gerçekleşti.
Daha sonra söz alan BDP'li milletvekili Sebahat Tuncel, Galatasaray Üniversitesinde yapılması planlanan konferansın, kendisinin konferanstan çıkarılması şartı konulduğundan dolayı yer değiştirilmek zorunda kalınmasına değindi.
Galatasaray Üniversitesinin rektörlüğünün "Sebahat Tuncel'i konferanstan çıkarın" şartı getirince, kadınların Boğaziçi Üniversitesine geçmesini çok anlamlı bulduğunu dile getiren Tuncel, "Konferansı düzenleyen kadınların, beni konuşmacılar arasından çıkarmak yerine, konferansın yerini değiştirmeleri çok anlamlıydı. Bu nedenle tekrar kadın hareketi üyesi olmaktan onur duydum. Boğaziçi Üniversitesi'ne de bize yer verdiklerini için teşekkür ediyoruz" dedi.
Uzun yıllardır kadın hakları mücadelesi verdiklerini söyleyen Tuncel, "Biz sokakta olmayı önemserdik. Kadın hareketleri olarak, kadın parlamenterlere ulaşmaya çalışırdık. Ama şimdi feminist hareketlerden gelen kadın vekiller olduğundan, meclis kapıları feminist kadınlara açıldı. Rahat gelip dilekçelerini verebiliyorlar. Bu bir gelişme" dedi.
Mecliste yeni anayasanın hazırlanma sürecinde, mücadelelerini sürdürdüklerini ifade eden Tuncel, kadın - lgbt - yaşayan tüm halkların hakları ve ekoloji konusunun anayasada yer almasının önemine işaret etti. Yaptıkları önerilerin ele alınırken "Bunlar zaten teröristtir" bakış açısıyla kendilerine yaklaşıldığını söyleyen Sebahat, "Bunlar değişmediği sürece, bu anayasa yeni bir anayasa olmuyor" dedi.
Konuşmasında AKP'nin kadına ilişkin politikalarını eleştiren Tuncel, "Mesela AKP'li Bakan Fatma Şahin gidiyor ve 'Biz kadın için şunları şunları yaptık' diyor. Ama bir yandan da kadınlar neden üç çocuk yapması gerektiğini anlatıyor. İlginçtir ki Şahin durmadan evlilik merasimlerine katılıyor. Meclisteki isimlendirmelerde 'kadın' adı çıkarılıyor. Yerine "aile' geçiyor. Hem kadını, hem de erkeği birey olmaktan çıkartıp, aile içinde hiçleştiren bir pozisyona getiriliyor" dedi.
Aile de babanın konumuna, devletin ailedeki temsilini yaptığına değinen Tuncel, aile de genç erkeğinde söz hakkının olmadığını belirtti. Kadının zaten evlenene kadar ailenin, evlendikten sonra "koca"nın malı olarak tanımlandığını ifade eden Tuncel, bu sorunun ideolojik bir mesele olduğunu söyledi.
AKP'nin Kürt kadın vekilleri hedef aldığını hatırlatan Tuncel, "AKP'li vekiller, platformlarda bizim erkek arkadaşlarımıza, siz bu kadınlarla nasıl baş ediyorsunuz şeklinde sözde şaka yapıyorlar. Kürt kadınlarından korkuyorlar. Çünkü biz o aile içine sıkıştırılan kadını, dışarı çıkarmak için çalışıp, başka bir yaşamın mümkün olduğunu gösterdik. Onların kadın politikalarını boşa çıkardık. BDP olarak gösterdik ki kadın tek başına, kendi iradesiyle siyaset yapabilir. Mesela kota uygulamamız yüzde 40'tı, şimdi arttırmayı düşünüyoruz" dedi.
Kürt kadınları olarak politik şiddetin iki türüne maruz kaldıklarını söyleyen Tuncel, "Bir erkek egemen sistemin şiddeti, bir de Kürt olduğumuzdan dolayı eziliyoruz. Bizim dilimiz, kültürümüz, kimliğimiz gasp edilmiş durumda. Bunun için mücadele ediyoruz diye, şiddete maruz kalıyoruz" dedi.
Kadın hareketlerinin önemli bir tecrübe yarattığını ifade eden Sebahat Tuncel, kadınların kendi mücadelelerini verirken, diğer ezilmişlerle de empati kurabildiklerini söyledi.
LGBT mücadelesine destek verdiklerine dikkat çeken Tuncel, ortak mücadeleleri önemsediklerini dile getirdi. "Kürt kadın hareketi olarak devrimden sonra başımıza ne geleceğini biliyoruz. Diğer devrimler bunu bize gösterdi. O yüzden tedbirimizi alıyoruz" diyen Tuncel, Kürt halkının hak mücadelesinin yanı sıra kadın mücadelesini de vermiş olmalarının, geldikleri en önemli nokta olduğunu kaydetti.
Mevcut sistemin eşitsizlik ve şiddet ürettiğini dile getiren Tuncel, tüm kadınların ayrı ayrı yaptığı mücadeleleri birleştirerek hareket etmelerinin önemli olduğunu söyledi. Kürt kadın hareketi olarak kadının ve erkeğin değişim mücadelesini vermeye devam ettiklerine işaret eden Tuncel, şunları ifade etti:
"Kürt kadınları, dünya kadınlarıyla ortak çalışmalar yapılıyor. Biz erkeği değiştirip dönüştürmeye çalışıyoruz. 'Kadın kırımına hayır' adlı bir kampanya başlattık. Kadınların erkekleşmemesi, erkeklerin de kadın - erkek eşitliğine inanması gerekiyor. Devrimci bir hareket olan kadın hareketinin dünyayı değiştireceğine inanıyoruz. Ama bu birden olmaz. Önce kendimizi değiştirmeyle başlayacağız."BIANET
5-6 Ekim'de Galatasaray Üniversitesi'nde yapılması planlanan Sebahat Tuncel'in de konuşmacı olduğu "Cinsiyet Eşitliğinin İnşası" konferansı rektörlüğün "Sebahat Tuncel'i konferanstan çıkarın" şartı üzerine iptal edildi.
Galatasaray Üniversitesi'nde İsveç ve Türkiye'de benzer alanlarda deneyimli kadınlar ile kadın kurumlarını buluşturmak, ekonomik ve politik katılım, eşitsizlik, şiddetle mücadele ve kadın-erkek eşitliğinin inşası pratiklerine dayalı somut deneyimleri paylaşmak amacıyla Cinsiyet Eşitliğinin İnşası, İsveç-Türkiye Deneyimleri konferansı yapılcaktı.
Filmmor, MEDİAR, KA.DER ve Mor Çatı'nın hazırladığı konferansa, bu alanda deneyimli kadınların yanı sıra, İsveç Yeşiller Partisi'nden Türkiye'den de TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) üyeleri dahil birçok siyasi partiden milletvekili kadınlar katılacaktı.
Konferans programı ve katılımcıları Galatasaray Üniversitesi'ne çok önceden bildirilmiş ve rektörlük tarafından onaylanmıştı.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel 6 Ekim 2012'de yapılacak olan "Cinsiyet Eşitsizliği, Beden Politikaları ve Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Deneyimleri" başlıklı forumda konuşmacı olarak yer alıyordu.
Ancak Üniversite Rektörlüğü, konferansın düzenleyicilerine, dün Sebahat Tuncel'in konferans katılımcıları arasından çıkarılmasını talep ederek, aksi halde konferansın iptal edileceğini bildirdi.
Konferans düzenleyiciler Sebahat Tuncel'i program dışı bırakmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü konferansa yer tahsisi konusundaki iznini iptal etti.
Konferansı düzenleyenler, bu kararın Tuncel hakkında dün PKK üyesi olduğu iddiasıyla sekiz yıl dokuz ay hapis cezası verilmesiyle ilgili olduğunu düşünüyor.
Konferans düzenleyicileri yaptıkları açıklamada, Türkiye'de kadın-erkek eşitliğini inşa etme sürecine ve genel olarak eşitliğin inşasına zarar verecek bu iptal kararı sebebiyle Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü'nü kınadığını açıkladı.
"Şiddet, eşitsizlik ve ayrımcılığın olmadığı bir Türkiye dileklerimizle... "
Konferans için yeni bir yer aranıyor.
Cumartesi anneleri/insanları, 389. haftada, Devrimci 78'liler Federasyonu tarafından 3 Eylül'de açılan 12 Eylül Utanç Müzesini ziyaret etmek için Ankara'da bir araya geldi.
Yüksel Caddesi'nde eylem yapan ve ellerinde gözaltında kaybedilen yakınlarının resmini taşıyan aileler, kardeşlerinin, çocuklarının, eşlerinin akıbetini sordu ve faillerin açığa çıkarılmasını istedi.
21 Mart 1995'te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın kardeşi Maside Ocak, "Yeni adalet sarayları yerine yüzleşme istiyoruz" dedi.
"Katillerin, kaybedilenlerin yargı önüne çıkarılarak koruma zırhının parçalanmasını istiyoruz. Sesimize tanık olun, tanıklık edin."
25 Ekim 1984'te Burdur Kapalı Cezaevi'nde idam edilen Hıdır Aslan'ın ablası, Kenan Evren'e seslendi ve sordu: "Kardeşimi çok seviyorum. Onu unutmayacağım. Neden idam ettin onu?"
21 Kasım 1980'de gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren'in ablası İkbal Eren, 12 Eylül zulmünün halen devam ettiğini söyledi.
"Bugün devlet kendisi gibi düşünmeyen herkesi yine hedef tahtasına oturtuyor. Bunun adına da 'İleri demokrasi' diyor.
"Devletin ve hükümetlerin devamlılığı vardır. Erdal Eren'in yaşını büyütüp idam ettiler. Kenan Evren'inde yaşını küçültüp mahkemeye getirsinler."
2 Şubat 1984'te polisler tarafından sırtından vurulan ve gözaltında kaybedilen Maksut Tepeli'nin eşi Şehriban Tepeli "Yakınlarımızın kemiklerini bulmaktan dahi korkuyorlar" dedi.
"Çünkü o kemikler onların nasıl öldürüldüğünün kanıtı olacak. Bizler çocuklarımızı, eşlerimizi, kardeşlerimizi kaybettik. Adalet istiyoruz."
2 Mart 1995'te işkence edilerek öldürülen Rıdvan Karakoç'un kardeşi Hasan Karakoç "Biz en şanslı ailelerdeniz. Çünkü bizim çiçek koyabileceğimiz bir mezarımız var" dedi.
"Ama binlerce kayıp ailesinin gidecek bir mezarı dahi yok. Bizi Çin'den, Afrika'dan kısacası dünyanın dört bir yanından duydular. Ama Ankara sesimizi duymuyor."
20 Temmuz 1992'te gözaltında kaydedilen Hasan Gülünay'ın kızı Deniz Gülünay kayıp dosyalarının zaman aşımına uğratılmaya çalışıldığını söyledi ve ekledi "20 sene daha geçse bu davanın takipçisi olacağız."
1995'te gözaltında kaybedilen Murat Yıldız'ın annesi Hanife Yıldız "Başbakan gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış ne konuştuğunu bilmiyor" dedi.
"Başbakan başka devletleri eleştiriyor. Peki kendisi ne yapıyor? Sorumluları yargılamıyor, tecavüzcüleri, işkencecileri terfi ettiriyor. Ben isterdim ki asker anneleri de burada olsun. Bütün çocuklar bizim çocuklarımız."
1992 yılında kaybedilen Nazır Çakar'ın annesi Şekernaz Çakar Kürtçe yaptığı konuşmada " Artık yeter! Yüreğimiz yanmasın" dedi.
"Ne gerilla ölsün, ne asker. Onlarda benim çocuğum. Barış olsun. Bize bir tek cezaevini, ölümü reva gördüler. Kim savaş istiyorsa cehennemin dibini boylasın."
12 Eylül askeri darbesinden sonra idam edilen Ali Aktaş'ın annesi " Kenan Evren bütün anaların yüreğini dağladı" dedi.
"Onun evladı yok ki. O evladın ne acısını ne tatlılığını biliyor. Onu affetmeyeceğim. Ömrüm yetene kadar oğlum için mücadele edeceğim."
Ailelerin ardından konuşan Devrimci 78'liler Federasyonu'ndan Mine Nazeri, iki yüzlü politikalarla, yalanla ve provokasyonla yürütülen kirli savaşın son bulmasını istedi.
"Bedeli gencecik insanların kanı ve anaların gözyaşı olan savaş çığırtkanlarına inat barış için ısrarcıyız. Bir arada yaşamanın mümkün olduğunu biliyoruz ve tüm halklarımız için özgürlük istiyoruz."
Türkdoğan: Ancak adalet bizleri iyileşebilir
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise kaybetmelerin insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına girdiğini belirtti.
Hükümete seslenen Türkdoğan sözlerini şu şekilde sürdürdü:
"İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı olmaz. Dün insanlarımızı gözaltında kaybedenler bugün F-16'larla Roboski'de olduğu gibi öldürüyorlar. Adalet bir an önce gelmelidir. Çünkü adalet iyileştirir ancak bizi ve sizi.
Konuşmaların ardından kayıp yakınları 12 Eylül Utanç Müzesi'nin sergilendiği Çağdaş Sanatlar Kültür Merkezine yürüdü.
Müzeyi gezen aileler, öldürülenlerin fotoğraflarının yer aldığı bölümde saygı duruşunda bulundu. Daha sonra bir kayıp yakını ağıt dolu Kürtçe bir stran (şarkı) söyledi.
12 Eylül Utanç Müzesi 28 Eylül'e kadar ziyaretçilerine açık olacak
"Böyle bir hilkati garibenin bırakın dediklerini, ismini bile kaile ve kaleme almak yakışır mı? Ona cevap vermek için harcayacağım zamana, emeğe değer mi?" diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi... Ama böyle bir rezilliğin cevabı da olmalı, kadın köşe yazarlarına baktım da pek bir kaile almamışlar bu fakiri ruhiyeyi! Ancak bu akıl ve ruh yoksunu dişi müsveddesine, bir kadın, bir anne, bir Kürd olarak, cevap vermezsem de kıvranacağım.
Efendim sermayesi başındaki siyah sarığı olan bir yaratık varmış, nedir, necidir, neye hizmet eder bilmem, orta yerde "gazeteci-yazar" diye dolanıyormuş...
Bu Asena bir takım şeyler geveledi, daha doğrusu bir yazı yazdığını sandı ve "BDP'li kadınlardan ana olmaz" diye hırladı. Bu merkebi beşeriye Kürd kadın siyasetçileri hedef alarak, "olsa olsa kan anası olursunuz!" diye zırladı. Şimdi soruyorum bu mahlûka, peki senden "ana" olur mu? Ağzından bu kadar nefret salyası akan bir yaratık, dişi dahi olsa analık yapabilir mi? Peki sen nesin? Salya sümük ırkçılık yapmakla sen savaş ağalarının masasında oynayan soytarı mı oluyorsun? Senden de olsa olsa Pandora olur... Sen bu kan kokan nefesinle sana alkış tutanların yüzüne tükürebilirsin ancak.
...
BDP'li kadın milletvekilleri kendi çocuklarını kucakladı diye feryat figansın. Peki, mahlûkatı garabet sence o gençler o dağlar da ne arıyor? Piknikteler mi? Okullarını, ailelerini, sevdiklerini bırakıp seni medya stüdyolarında maymun eyleyen adamların kobraları, uçakları altında kimyasal gazlarla yakılıp geriye sadece bir çift ayakları kalsın diye mi?
BDP'li anaların kucakladığı senin "teröristlerin" bu halkın en güzel evlatları...
Sen engerekler gibi tıslarken BDP'li kadınlar, bu gençler annelerine kavuşsun diye çabalıyor. Sen kör yılanlar gibi zehir saçarken BDP'li analar, senin komşun olan askerler dağlarda ölmesin diye emek harcıyor, canlarını dişine takıyor, her gün senin ve sair erbabın zehriyle sokaklara saldığınız polislerin gazıyla, copuyla, panzeri ile yerlerde sürükleniyor, dövülüyor, yaralanıyor. Her birinin hakkında yüzlerce fezleke hazırlanıp binlerce yıl hapis ile yargılanıyor. O anneler, çocuklar ölmesin diye tüm bunlara katlanıyor...
Müslüman mısın sen ey zavallı! Sen Allah'a inanıyor musun? Senin imanın, kitabın var mı? Senin vicdanın var mı? O ne biçim beddualar etmek öyle! Sabah akşam ağız diye taşıdığın o klozetten taşan beddualarla mı geziyorsun? Bunca katledilen Kürt çocuğu, bu kadar ölen genç, Roboski de katledilen masum çocuklar, senin beddualarının mı eseri? Seni yazar müsveddesi, bir stüdyoda şaklabanlık yaptırsınlar diye mi mezata koydun kadınlığını?
...
Dağlardaki Kürd çocuklarını öldürmek için operasyonlar yaparken geçirdiği trafik kazasında yaralanan ve "anne kurtar beni" diye inleyen yaralı askerin başını dizine koyup, "ben senin annenim, kurtulacaksın" diyerek gözyaşı döken ve aynı yaşta evladı birkaç ay önce bombalarla parçalanan Roboskili Kürd anasından utanmadın mı hiç? Nerede o asalet, nerede o vicdan!
...
Sen oturduğun yerde kalemine kan katık ederken, Kürt kadınları her gün sokakta bu savaşın durması için canını ortaya koyuyor. Hem de sadece Kürt gençleri için değil, Türk gençleri için de. Onların ölmemesi için canlarını dişlerine katıyor bizim analarımız. 70 yaşındaki anaların "güvenlik güçleri" tarafından saçlarından sürüklendiğini görmekten zevk alıyor olmalısın. Veledi Hülagü hiç mi vicdanın yok senin? Hiç mi okumuyor, hiç mi görmüyorsun? Kafana doladığın o örümcek ağından örülü kara perdeyi arala biraz. Ya da o kara örtülerle saçlarını örteceğine, ağzına bant diye yapıştır...
Sana önerim, git bir hamama, kırk tas su dök kafana, küfründen tövbe et, belki imana gelir, affedilir, kadın olduğunu da hatırlarsın!.
Roboski’de kaza yapan askerlerin yardımına koşan katliam mağduru Roboskililer, o anı anlattı. Katliamda oğlunu kaybeden Emine Ürek, ‘Yerde yatan asker bana bakıp ‘anne’ diye bağırınca koştum, elini tuttum. Ölmemesi için dua ettim” dedi. Medya ve bazı çevrelerin bu yardım eline şaşmasına da Emine Ürek şu yanıtı verdi: “Bizim çocuklarımız bombalandığı zaman bizim yardımımıza gelmediler ama bizler onların yardımına koştuk. Bizimki anne yüreği” dedi.
Anne diye bağırınca elini tuttum’
Şirnex’in (Şırnak) Qilaban ilçesine bağlı Roboski köyü girişinde askerleri taşıyan minibüsün uçuruma yuvarlanması sonucu 1’i köy korucusu olmak üzere 10 asker yaşamını yitirdi. Kaza yapan askerlere ilk yardım ise 8 ay önce TSK’ye ait savaş uçaklarıyla katledilen 34 yurttaşın yakınlarından geldi. Uçuruma yuvarlanan minibüste bulunan yaralı askerlerin kurtarılması için seferber olan Roboskili aileler, 4 asker ve bir çocuğu kurtardı.
‘Onlar yardımımıza gelmediler, ama...’
Çarpıcı karelerin olduğu kazanın yaşandığı yere giden Roboski Katliamı’nda yaşamını yitiren Yüksel Ürek’in annesi Emine Ürek, “Bizler o askerleri yerde kanlar içinde gördüğümüzde yüreğimiz yandı. Bizim çocuklarımızın cenazeleri gözümüzün önüne geldi. Çok sayıda asker yaşamını yitirdi. Oğlum için canım nasıl yandıysa o askerler için de aynı şekilde yüreğim yandı. Bir asker ‘annem beni kurtar’ diye bağırdı. Ben onun elini tuttum ve sıktım. Başını dizime koydum millet gelene kadar kurtulması için dua ettim. O asker yaralı şekilde kurtuldu sanırım. Bizim çocuklarımız bombalandığı zaman bizim yardımımıza gelmediler ama bizler onların yardımına koştuk. Bizim ki anne yüreği” dedi.
‘Aynı çabayı gösterdik’
Roboski Katliamı’nda yaşamını yitiren Adem Ant’ın ablası Narin Ant ise, kazayı duyar duymaz olay yerine koştuklarını söyleyerek, “Araba devrilmişti ve sadece şoför bizim köydendi. 20’yi aşkın kişiydi. Köylülerimiz 34 şehidimizi kurtardığında gösterdiği direnç ve çabayı kazada askerleri kurtarmak için de aynı şekilde gösterdiler. Bizler artık ölüleri üst üste dizmeye alışmışız. Ordada çok sayıda asker yaşamını yitirmişti. Hepsini aldık sivil araçlarla tabura, revire götürdük” diye kaydetti.
Kazada ölen bir askerin bombardımanda katledilen kardeşi Adem’e benzer şekilde yaralar aldığını ve bu yaralar sonucu yaşamını yitirdiğini belirten Ant, “Bir asker benim kardeşim gibi kolundan yaralanmıştı. Burnundan kan akmıştı. Olay esnasında çevrede bekleyen askerler şoka girmiş gibiydi. Bizler ölen ve yaralı askerlerle uğraşırken, bir asker bize doğru geldi ve çırpınışlarımıza rağmen ‘burada ne yapıyorsunuz, gidin buradan. Bizim acımız bize yeter’ diyorlardı. Bizim acımız sizin acınız diye bir şey var mı?” diye sordu.
‘Aynı acıyı tekrar yaşadık’
Roboski Katliamı’nda birçok yakınını kaybeden Ahmet Encü ise, tüm yakınlarını kaybeden köylülerle birlikte askerleri araçtan çıkarma çabasına girdiğini belirterek, “Olay yerinden araçlarımızla yaralı olanları taburdaki revire kaldırdık. Askerler olaydan yaklaşık bir saat sonra geldi. Biz tüm yaralı veya ölü olanları kendi kardeşimiz gibi kurtardık ve aynı acıyı tekrardan yaşadık. Yüreğimiz yandı” diye konuştu.
Roboskililer nöbetlerini bitirdi
Roboski’de 4 gün boyunca adalet nöbeti tutan katliam mağduru aileler, eylemlerine son verdi. Aileler adına açıklama yapan Ferhat Encü, Ramazan Bayramı süresince Roboski şehitliğinde adalet ve barış nöbeti tuttuklarını belirtti. Encü, barışa ve güvenli bir ortama ne kadar ihtiyaçlarının olduğunu vurguladıklarını ifade ederek, “Yakınlarımızın katledildiği tarihten itibaren her fırsatta, bu ülkede herkesin eşit değerlendirildiği, insanın merkeze konduğu, adaletin, barışın ve huzurun egemen olduğu bir ortamın sağlanması gerekliliğinden bahsettik. Yaşadığımız acıların Kürt kimliğimizden bağımsız olmadığını, bu nedenle hemen her gün insanların ölmesine neden olan bu meselenin acil ve barışçıl bir biçimde, siyasi zeminde çözülmesi gerekiyor” diye ifade etti. Encü, şöyle devam etti: “Yaralılarımız katır sırtlarında ölüme terkedilmişlerdi. Üstelik bütün bunlar olurken, askeri helikopterler üzerimizden geçiyordu. Bize yaşatılan onca büyük acıya rağmen hiçbir zaman intikam yemini etmedik. Çünkü bizim bütün çabamız kimliklerinden bağımsız, insanlığı yüceltmek yönünde olmuştur” dedi.
Jihat Akça - Cengiz Oğlağı / Şirnex - Diha
Yargıtay’ın, "Sosyalist Gençlik Derneği’nin MLKP/KGÖ ile organik bir ilişkisi tespit edilememiştir” kararı bulunmasına karşın, Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yaklaşık 3 yıldır tutuklu bulunan Balıkesir Üniversitesi Matematik Bölümü öğrencisi Uğur Ok, 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Kandıra 2 No'lu Hapishanesi'nde 3 yıldır tutuklu olan üniversite öğrencisi Uğur Ok'un yargılandığı davada karar çıktı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Ok'a "MLKP'nin gençlik örgütü KGÖ'ye üye olduğu" iddiasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası verdi.
Uğur Ok'un avukatı Keleş Öztürk, yaptığı savunmada, "Müvekkilim Uğur Ok, isminin yer aldığı ve nereden geldiği bilinmeyen bir belge yüzünden 3 yıldır tutuklu. Belgenin nereden geldiği bilinmezken müvekkilim aynı davadan yargılanan Salih Çelebi'nin vermiş olduğu ifadeden kaynaklı tutuklanmıştır. Oysa ki Salih Çelebi mahkemede kolluk güçleri ve savcılıkta verdiği ifadenin yanlış yorumlandığını söyleyerek ifadeyi kabul etmemiştir" dedi. Avukat Öztürk, 3 yıldır tutuklu bulunan Ok'un tahliye edilmesini istedi.
Savunmasında, 2006 yılında Balıkesir Sosyalist Gençlik Derneği'nin başkanlığını yaptığını ve sosyalist dünya görüşüne sahip biri olduğunu hatırlatan Ok, şunları söyledi: "Nerden geldiği belli olmayan bir belgede ismim geçiyor ve belgeyi hazırladığı iddia edilen Y.D'nin kendi isminin de bulunduğu iddia ediliyor. Bu bir çelişki değil midir? Bir örgüt üyesi benim ismimle birlikte kendi ismini de yazıyor. Y.D yargılandığı davada 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nce 15 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılırken benim hala tutuklu olmam çelişkidir." (cumhuriyet-etha)