Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Mediha Ananın Anısına: Tanıklık ve Yüzleşme Yolculuğu-Kazım Gündoğan

Uzun bir süredir yoğun bir çalışma temposundayım. Yaz aylarında değişik illerde araştırmalar yapıyordum.

Mediha Ana yaşamını yitirdiğinde ( 15.09.2010)Dersimdeydim. Gecikmeli öğrendim.

İstanbul’a döndüğümde birkaç hafta geçmişti üzerinden. Cafer ( Yıldız) aradı. Mediha Anayla röportaj yapmamız nedeniyle bu konuda bir yazı yazıp yazamayacağımı soruyordu. Ayrıca birlikte çektiğimiz fotoğraflardan istiyordu. Belki bir ilan verecek, belki bir yazı yazacaktı… Çektiğimiz fotoğraflardan gönderdim.

Sonra Ankara “ ortakça yaşam grubu”ndan arkadaşlar “ Mediha ana için ilan vereceğiz sizin çektiğiniz fotoğraflar varmış…”dediler. Onlara da gönderdim.

Bir süre sonra Sorun Yayınları Kollektifi’nden bir ileti aldım. Mediha ana ile röportaj yaptığımızı bildikleri için yayınlamak üzere bir yazı yazmamı rica ediyorlardı. Doğrusu hemen yazmayı çok istememe rağmen yoğunluklar ve şehir dışında olmam nedeniyle yazamadım. Bazen de bu tür yazıları yazmak kolay olmuyor. Nasıl anlatılır kaygısı sarıyor insanı. Böyle bir kaygıyı taşımıyor da değilim.

Toplumsal tarihimizin yeniden okunması ve yazılmasına katkı amaçlı değişik konularda araştırmalar yapıyor ve bunları kayıt altına alıyoruz. Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal olayları, kurumları ve kişilerine dair bu bakış açısıyla küçük çalışmalar yaparken İbrahim Kaypakkaya’yı bunun dışında tutmak olmazdı. Kaypakkaya ailesine dair çalışma kapsamında Mediha ana ile görüşmeye gideceğiz.

Kiminle gidersek daha anlamlı, verimli olur diye düşündüğümüzde akla ilk gelen Ali Haydar Yıldız yoldaşın kardeşi oldu.

7 Ağustos 2008. Ali Haydar’ın kardeşi Cafer, Necla ve Nezahat ile Ankara’dan yola çıktık. Daha önce hiç gitmemiştim Çorum’un Gökçam köyüne. Cafer ve Necla biliyordu oraları. Mediha anaya haber vermişti Cafer. Çok heyecanlanmış... Bizi bekliyormuş…

Bizde çok heyecanlıyız. Hem İbrahim yoldaşı doğuran, büyüten bir insanı göreceğiz, hem de onun hiç dinmeyen acılarına yakından tanıklık edeceğiz. Başka bir açıdan bakarsak siyasal süreçlerin sosyal boyutlarıyla yüzleşeceğiz.

Şu “tanıklık” ve “yüzleşme” kavramlarına son yıllarda çok takıldım. Tanıklık… Yani görerek, dokunarak, hissederek yaşamak… Yani yaşayarak bilmek… Yani kendi aklının ve duygusunun ürünü olan bilgiye ulaşmak… Dolaylı olarak bilmek ile pratikte öğrenmek ve bilmek… Çok farklı…

Yüzleşmek… Yani algı ile gerçek arasındaki farkı görmek… Nesnel gerçekliği olduğu gibi kabul etmek ve onu yeniden çözümlemek… Sorgulamak… Hesaplaşmak… Rafine olmak… Yani kendi sentezini yeniden kurmak…

Tanıklık ve yüzleşme meselesine liberallerin baktığı yerden bakmıyorum elbet.

Ortalama insani yaşamları ajitatif metinlerle değil, insan öyküleriyle anlatmayı daha gerçekçi ve aynı zamanda da etkili buluyorum. Zira insan yaşamları politik süreçlerin özü ve anlamıdır.

Her politik sürecin ve politik öznenin güçlü bir sosyal boyutu vardır. Politik süreçler sosyal boyutlarıyla birlikte ele alındığında bir bütün doğru anlaşılabilir.

Mediha ananın yaşam hikâyesi Kaypakkaya sürecinin sosyal boyutudur. Bu yazıda İbrahim yoldaşı anlatmayacağım. Ancak bir komünistin ailesinin yaşamı ve yaşadıkları diğer Komünistlerin yaptıkları, ettikleriyle direkt ilintilidir.

Bir önderin ailesini, yaşam koşullarını düşünce ve duygu dünyasını dışarıdan bilmek ile içeriden bilmek arasındaki fark nedir diye kendime sordum… Sarsıcı bir tanıklık ve yıkıcı bir yüzleşme… Peki, buna hazır mıyız ya da bunu istiyor muyuz?

Tanıklık dedim ya aslında yüzleşmek. Kendi tarihsel ve toplumsal gerçekliğimizle yüzleşmek… Yüzleşme yolculuğu denilebilir bizimkisine.

Nasıl bir insan, nasıl bir kadın, nasıl bir anne?… Oğlunu yitirmek ve bu yüzyıllık acıyla yaşamak nasıl bir şey? Peki, tüm bunları yalnız ve yaşlı bir kadın olarak bir köyde tek başına yaşamak…

Yüzleşme yolculuğumuz sürerken düşünüyor ve sormak istediğim soruları sadeleştirmeye çalışıyorum.

Bizi görünce ne yapacak, Ali Haydar’ın kardeşleri ve ibrahim’in yoldaşları onun için ne anlama geliyordu? Onlar hakkındaki düşünceleri, duyguları nelerdi? İboyu nasıl anlatacaktı, anlatmaya nereden başlayacaktı? Nerede tıkanacak nerede ağlayacaktı? Nerde isyan, nerede sitem edecekti? Küçük bir çocuk olan Mediha’nın İbosundan neler anlatacaktı? Ya halkın Komünist İbosu için ne diyecekti? Çocukluğundan ne hatıralar kalmıştı ona? Gençliğinden, Komünistliğinden nasıl bahsedecekti? Mediha’nın küçük İbosu nasıl halkların yeri doldurulamaz büyük İbosu olmuştu onun gözünde?

İbodan geriye neler kalmıştı ona? Sadece acılarmı kalmıştı? “ Bu da benim İbomun hatırası” diyebileceği bir şey kalmışmıydı geriye?

Denizler, Mahirlere dair İbonun anası neler söyleyecekti? Onları tanıyor, biliyormuydu? Denizlerin, Mahirlerin anasını, babasını görmüşmüydü, acılarını paylaşmışlarmıydı?

Kafamda bu sorularla tanıklık ve yüzleşme yolculuğumuzun sonuna geldik.

Mediha ana sahabtan beri bizi bekliyormuş. Gecikince bir ara “acaba gelmeyeceklermı” diye tereddüde düşmüş.

“ İbrahim’i bekler gibi bekledim sizi” diyerek Cafer ve Neclayı adeta yüreğine bastı. Sonra Nezahat ve beni aynı sıcaklık ve heyecanla sarılıp öptü. “ Zanettim ki İbom gelecek” diyerek bağrına basıyor, okşuyor, kokluyordu her birimizi ayrı ayrı… “ İbrahimimin yoldaşları gelmiş, çocuklarım gelmiş” diyerek heyecandan yerinde duramıyordu.

Ali amcayı daha önce görmüştüm. Ancak Mediha anayı hiç görmemiştim. Şimdi ilk kez yüz yüzeyiz. Acılarla dolu aydınlık bir yüzü, bilge, sevgi dolu ama hüzünlü bakışları ve mağrur bir duruşu vardı.

Uzun zamandır görmemiş, dokunmamıştı İbosunun yoldaşlarına. Bu yüzden birazda sitemkârdı…

Onu çok iyi anlıyordum. Haklıydı. Fırtınalı siyasal süreçlerin darlığından kanamakta olan sosyal yaraları göremez olmuştuk çoğu zaman. ..

Bu karmaşık duygu ve düşünce içinde bir an önce kendi sine ve İbrahim’e dair sohbete başlamak, kafamızdaki sorulara yanıt bulmak istiyorduk.

Kamerayı kurduğumuzda önce biraz heyecanlandı. Sonra usul usul konulara girdik. Anlatmaya başladı. Çocukluğunu, gençliğini, evliliğini anlattı. İlk çocuğu İbrahimi ve “ aynı evde büyüdük. Çok yüz göz olmuştuk. Küçük yaşta da evlendirdiler. Ayrılmak zorunda kaldık” dediği İbrahim’in babası Ali Kaypakkaya’yı anlattı. Ali amcayı anlatırken ona olan sevgi ve saygısını canlı tuttuğuna tanık oldum.

Arada telefonla görüştüğünü ve Ankara da Ali amcanın kendisini ziyaret ettiğini anlatırken “ artık onun da benim de ayrı yuvalarımız var” deyişi dikkatimi çekmişti.

“70 – 80 yaşında varım. 4 oğlum bir kızım var. Çocuklarımın içinde Hasan İbrahim’e çok benziyor. Torunlarım ibrahimimi çok seviyorlar.” Mediha ana hayatının özetini yapıp İbrahimi uzun uzun anlatmak istiyordu.

Anlattı da…

İbonun çocukluğunu anlatırken o anları taptaze yaşıyordu. Bunca yıl geçmiş ve bunca acılar, sevinçler yaşanmış ama bazı anlar hiç unutulmamış. İbonun geliş yolundan bekleyişinden tutalım da, oturduğu yere , ders çalıştığı, yemek yediği yer ve yemek yediği tabak, kaşık, yattığı yerleri bizzat göstererek, dokunarak uzun uzun anlattı. Sonra İboya banyo yaptırdığı yeri göstererek onu nasıl yıkadığını anlatıyor ağlayarak…

İbrahim den kendisine kalan ve kutsal bir emanet gibi sakladığı özel hatıraları yerinden çıkarıp gösterdi ve paylaştı bizimle. İbrahim daha ilkokuldayken kendisine bir hediye almış. Sanırım bu “ kutsal emaneti” ilk kez bize gösteriyordu…

Uzun bir röportajdan sonra akşam olmak üzereydi. Kalmamız yönünde ısrarlarına rağmen ayrılmak zorundaydık.

Ağır bir ayrılık atmosferinde Mediha anayı geride kendi yalnızlığında bıraktık… Ayrılıklarda gidenler yeni mekanlar ve yeni ilişkilere karışır giderler. Ayrılığın hüznünü sıyrılmaları zor olmaz. Ancak geride kalanlar her şeyi aynı yerde aynı ağırlıkta omuzlarında, yüreklerinde yaşarlar… Mediha ana için bu kaçıncı ağır ayrılık bilinmez. Hepimizin yüreğini bir kez daha delen sözlerle bizi uğurladı. “ İbrahimimin arkasından bakar gibi sizinde arkanızdan bakacam.” Gerçektende öyle yaptı. Gözden kaybolana kadar baktı ardımızdan o yaslı ve yaşlı gözlerle.

“Yine gelin, hep gelin, beni yalnız bırakmayın” çığlığını arkamızda bırakarak yola çıktık.

Yalnızlığın çığlığı arkamızdan yankılandı durdu… Yol boyunca yalnızlık, vefa, değerleri sahiplenmek, korumak… Siyasi sahipleniş ile insani sahipleniş arasındaki ilişkiler üzerine sorguladık kendimizi. Siyaset ve insan, ideoloji ve insan, örgüt ve insan gibi kavramları birbiriyle ilişkisi üzerinden yoldaş olmak ve yoldaşlarımızın ailelerine dair gerçekliğimizi ortaya koyup yargıladık. Gerçekliğimizle yüzleşmeye çalıştık hep beraber…

Gerçekler mahkum etti bizi.

Biz mahkum ettik kendimizi…

Gitti Mediha ana…

Anaların acılarını yalnızlıklarını ve sitemini geride bırakarak.

Doğanın bir parçası olan ve doğadan gelen her insan gibi tekrar doğaya döndü…

Tarihimize tanıklık, sosyal gerçekliğimizle yüzleşme ve özgür geleceği kurma yolculuğumuz da yitirdiklerimizi saygı ve sevgiyle anıyoruz.

Kazım Gündoğan