Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

‘Barışı’ arayan ‘adam’ ve ‘devrimci’ şaka – Veysi Sarısözen

Sabahtan akşama kadar “PKK silah bıraksın, barış olsun” diyenler. “Nerden çıktı askeri çözüm” diye “sitem” edenler. Sizi tanıyoruz. Niyetiniz kulağa hoş geliyor: “Barış” istiyorsunuz. Barış için, hiç üşenmeyip, PKK’nin üslendiği dağlarda, vadilerde, uçurumlarda “barış” arıyorsunuz. Ben sizin kadar cesur, fedakar, samimi, ahlaklı ve namuslu “barış arayıcılarını” hiçbir yerlerde görmedim.
Aferin size...
Yani sizler “barışçı” Türklersiniz. “Barışçı” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarısınız.
O halde neden “barışı” kendi mahallenizdeki “dükkancınızdan” isteyeceğinize ta Kandillere “ısmarlıyorsunuz”... Kendinizi zora sokuyorsunuz? Neden bu kadar zahmet ediyorsunuz, sağ kulağınızı sol elinizle bile değil, boynunuzdan geçirdiğiniz sol bacağınızın ayak parmaklarıyla tutmaya çalışıyorsunuz? Tık nefes oluyorsunuz. Böyle eğri büğrü hallere neden düşüyorsunuz, neden kendi kendinizi yoga yapan Hint Fakiri gibi düğümlüyorsunuz?
Açılın şöyle. Nefeslenin. Barış dediğiniz kuş o kadar uzakta değil. Aha şuracıkta. Köşeyi döner dönmez tabelasında AKP yazan mahallenizin bakkalı Tayyip efendinin “tezgah altında”. Elinizi uzatsanız tutacaksınız. Yani o kadar yakın işte...
Ben sizin “barışı” çok, ama çok ve çok istediğinizi biliyorum. Barışçısınız. Sulhperversiniz. Barış diye yanıp tutuşuyorsunuz. Ben geçenlerde sınıf arkadaşlarımdan Savaş Namlu’ya yolda rastladım. Kendisi eski solcu, şimdi “liberal” biridir. “Vay Savaş” diye boynuna sarılacaktım, beni iteledi, “benim adım Barış!” Dilimi yutacaktım. Adam 12 Eylül öncesinde “on faşist leşim var” diyenlerdendi.
Anlıyorum. Gerçekten, “barış Kaf Dağı’nın, ya da Kandil Dağı’nın ardında olsa bile git bul” mealindeki “hadis”e uygun davranmak istiyorsunuz. Davranın. Davranın ama, o barış ne Kaf Dağı’nın, ne de Kandil’in ardında. Nah, burnunuzun dibinde.
Numara yapmayın. “Kandil bize barış vermiyor” diye sızlanıp durmayın.
Siz Türkiye Cumhuriyeti’nin mi “üyelerisiniz”, yoksa Kandil’deki KCK’nin mi? Nereye üye iseniz, oradan istesenize barışı... “Kandil barış vermiyor” diye salya sümük sızlanacağınıza, “Tayyip Erdoğan barış vermiyor” diye bağırıp çağırsanıza... Kandil sizin babanızın oğlu, teyzenizin kızı mı? Yani siz Kandil’e çok hayransınız ve Kandil’le “içli dışlısınız” da, “nazımız Kandil’e geçiyor, ne edelim mi?” diyorsunuz? Numara yapıyorsunuz. Kandil’i günahınız kadar sevmiyorsunuz, ama durup durup, “Kandil bize barış ver” diye maskaralık yapıyorsunuz.
Siz barışı nerde kaybettiniz? Kandil’de mi, yoksa kendi mahallenizde mi?
Mollanın biri bakmış, Hoca Nasreddin sokak lambasının dibinde, iki büklüm eğilmiş, yolda bir şeyler arıyor. Sormuş:
“Ya Nasreddin, orada öyle ne arıyorsun?”
“Evin anahtarını düşürdüm de onu arıyorum.”
“Orada mı düşürdün anahtarını?”
“Yok, nah şu karanlık sokağın ortasında düşürdüm.”
“Bre Nasreddin, insan anahtarını düşürdüğü yerde arar, sen niye burada arıyorsun ki”
Nasreddin Hoca, Mollanın suratına bakmış bakmış, sonunda şöyle demiş:
“Hey ahmak Molla, anahtarı karanlıkta nasıl bulayım, burası aydınlık ondan burada arıyorum”...
Belli oluyor. Siz Nasreddin Hoca’nın torununun torunu Türklerdensiniz. Onun gibi yapıyorsunuz. “AKP mahallesi numara doksan ya evde yoksan hanesinin” önünde kaybettiğiniz “barışı”, o mahallenin sokak “ampulleri” patlak ve mahalle “karanlık” olduğundan, “güneşin” aydınlattığı Kandil Dağı’nda arıyorsunuz... Bir fıkranın böyle gerçek olmasına insanlık tarihi hiçbir dönemde şahit olmamıştır. Sizi tebrik ediyorum... Şimdi Barış olan Savaş Namlu bana dedi ki, “boş konuşma, Başbakan barış veriyor, yeter ki, sen ona inan ve ondan iste...”
Şaşırdım. “Şartı ne peki?”
“Cüzdan meşin, para peşin... Yani önce silahını gömeceksin, sonra anadilde eğitimden vazgeçeceksin, özerklik demeyeceksin, Kürtçe bile değil, ‘yerel dillerde ve lehçelerde’ seçmeli ders alacaksın... Başbakanımızla hayvan pazarlarında olduğu gibi el sıkışacaksın ve kaptığın gibi barışı evine gideceksin...”
Beni bir gülme tuttu, sormayın. Savaş-Barış ayrılıp, giderken şöyle dedi: “Ucuz barışı görünce gülersin elbette”... Haklı... Böyle “ucuz barış” görülmemiştir... “Ucuz” bile değil, “bedava”...
Böylece bir “Pazar sohbeti”miz de burada bitiyor.
Ama tam bitirirken, gözüm Taraf gazetesine ilişiyor. Çok sevdiğim yazarlardan Roni Marguiles’in bir yazısının başlığını okuyorum, başlığı şöyle: “Devrim yaklaşıyor galiba!” Dünya devletlerinin çelişkilerinin düğüm noktası ve küresel emperyalizmin “zayıf halkası” olan Kürdistan-bölgesel devriminden söz ettiğini sanıyorum. Değilmiş. “Avrupa devriminden” söz ediyormuş. Pazar sohbeti yazıyorum ya, alınmaca yok. Roni’nin “galiba” sözcüğü, eski bir Laz dostumun bana anlattığı bir fıkrayı çağrıştırdı. Şöyle:
“İki Laz devrimci tam ‘devrim başladı’ denilen bir zamanda 12 Eylül’ün ağır işkencesinden geçmişler ve bir hücreye atılmışlar. Biri diğerine zor duyulur bir sesle ‘uşağım, bir şiir oku da moralimiz yerine gelsin’ demiş. Diğeri konuşacak halde değil ama, yine de derin bir nefes almış ve şu şiiri okumuş:
Gökte şimşek çakayi
Yağmur yağayi dağa
Yakında devrim olur
Öyle geleyi bağa”
İyi pazarlar... Özellikle mapustakilere...
Kaynak: Özgür Gündem