Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Özgürlüğe adanmış bir hayat; Ferhat Tunç

Ferhat Tunç; güneşin kutsal olduğu,
ateşin suyla söndürülmediği Dersim’de 14 Mart 1964 yılında doğdu. Çocukluğu,
doğduğu köy olan Paxe Havig’e bağlı Tuluk mezrasında geçti. Daha altı
yaşındayken babasının Almanya’ya gitmesi nedeniyle hasretle tanıştı. Tunç, o
günleri şöyle anlatıyor: “Babamın yokluğunda çocukluğum, dedem ve
nenemin yanında geçmişti. Onlar, dede ve nene olmanın ötesinde bir yerde ana-
babaydılar benim için. Bu iki yaşlı insan, doğdukları coğrafya nedeniyle
hayatları boyunca tarifi mümkün olmayan acılara katlanmak zorunda kalmıştı.
Yine de yaşadıkları onca dehşet verici olaylara rağmen, inanılmaz bir şekilde
akıl ve ruh sağlıkları yerindeydi, dimdik ayaktaydılar. Onlarla gurur
duyuyordum...” 


Ferhat Tunç, lise öğrenimini tamamlamadan 1979
yılında zorunlu olarak, doğduğu kenti terk edip Almanya'ya ailesinin yanına
yerleşti. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra Mainz Üniversitesi’ne bağlı bir
müzik okulunda şan dersleri almaya başladı.



1982 yılında Frankfurt'ta Amerikalı
müzisyen Darnel Sumers'la tanıştı ve Sumers, yaptığı "reggae"
müziğinden yola çıkarak, müzik bilgisi, değişik kültürel motiflerin müziğe
aktarılması ve müzikte çok seslilik ve çok renklilik konusunda Ferhat Tunç'a
katkı sundu. Tunç, dostu Sumers'tan biriktirdiği bu "yeni"yi
Sumers'la birlikte, üç Alman ve bir Yunanlı müzisyenle yaptığı deneysel
çalışmalarla pekiştirip zenginleştirdi ve bu bileşimle Avrupa'da birçok konser
verdi. 

Bu konserlerin ardında
Kızılırmak" adlı ilk albümünü çıkaran Ferhat Tunç, sonraki yıllarda Dersim
ve Almanya sürecini şöyle tanımlayacaktı: "O yıllarda yaptığım müzik,
içerik kaygısına düşmeden, ama devrimci ruha sahip amatörce bir süreçti".



12 Eylül ve sanat

Ferhat Tunç, elde ettiği müzik
birikimini, 1984'te Türkiye'den Almanya'ya giden müzisyen Orhan Temur'la
başladığı çalışmaya aktardı ve ortaya "Bu Yürek Bu Sevda Var İken"
albümü çıktı. Uzak bir ülkede, Almanya'da olmasına rağmen ülkesinde yaşananlara
kayıtsız kalmayan Ferhat Tunç'un bu albümü, "12 Eylül'e itiraz"ın
izlerini taşıyordu.



Tunç, 1985'te, 12 Eylül'ün
rüzgarlarının henüz sert estiği bir dönemde Türkiye'ye döndü ve yeni bir
başlangıç yaparak aynı yıl Türkiye'deki ilk albümünü çıkardı. Albümün adı
"Vurgunum Hasretine"ydi. Albüm kısa sürede büyük yankı yarattı ve
Ferhat Tunç artık Türkiye'de, toplumsal muhalefetin içindeydi. Tunç, o dönemi
şöyle özetliyor: "Toplumsal hareketin bastırıldığı, hak ve özgürlüklerin
geri alındığı bir dönemde halkımın yanında yerimi aldım". 


12 Eylül gibi bir vakanın yaşandığı
Türkiye'de bunun bir bedeli vardı. Miting havasında geçen konserler, çok satan
albümler ve toplumsal muhalefetin gözdesi olan bir sanatçının ödeyeceği bedel,
elbette! gözaltılar, davalar, mahkemeler ve yıllar süren konser yasakları
olacaktı. Ama bunun da bir karşılığı vardı. Bu konuda şöyle diyor Ferhat Tunç:
"Saldırılar arttıkça ben güçleniyordum. Sanatsal üretimimin geliştiğine ve
güzelleştiğine şahit oluyordum". 

 

İşkenceler, yargılanmalar


1987 yılında örgüt üyeliğinden Ankara Emniyetince gözaltına alınan Ferhat
tunç, DAL diye bilinen yerde bir hafta boyunca ağır işkencelere maruz kaldı. Sonrasında
hakkında açılan davaların sayısı arttı ve giderek gözaltına alınmadığı konser
kalmadı. 1992 yılında İzmir “Tunceliler derneği” tarafından düzenlenen bir
konserde yaptığı konuşmada “Dersimliler” dediği için hakkında dava açıldı ve
zamanın DGM lerinde 2 yıl boyunca yargılandı.


Ferhat Tunç bir yazısında o davaya
ilişkin şunları söylüyor: “90’lı yılların Türkiye’sinde başbakan Tansu
Çiller’di ve bu başbakan, SHP’ nin de içinde bulunduğu bir koalisyon hükümeti
ile Türkiye’yi yönetiyordu. Aynı Çiller, yaptığı yurt gezilerinin birinde
Dersim’e uğramış, ne hikmetse Dersim’de toplanan küçük bir gruba yaptığı
konuşmasına, “Sevgili Dersimliler” diye başlamıştı.  Sonrasında Türkiye medyasında, başbakan
“Dersim dedi mi,  demedi mi” tartışması
başlamıştı ve Tansu Çiller: “Ben, Dersim dört dağ içinde türküsünden
esinlenerek bu konuşmayı yaptım” diyerek tartışmayı bitirmişti. Bu tartışma bitmişti;
ama Dersim sözcüğü, devletin bir kâbusu olmaya devam ediyordu. 1993 yılının
kışında İzmir kapalı spor salonunda "İzmir Tunceliler Derneği’nin
düzenlemiş olduğu dayanışma gecesinde sahne almış, yaptığım konuşmada
“Dersimliler sözcüğünü çok kullanmış olmam” gerekçe gösterilerek, zamanının DGM’leri
tarafından bana dava açılmış ve 3 yıl süren bir yargılama süreci yaşamıştım.


Dersim’e Dersim demek büyük suç!



Diğer bir gerekçe olarak da 1938’de yasaklanmış bir ismi
anarak “Dersim’in tekrar eskiye dönmesini istediğim ve bu kentte yaşayan
insanları devlete karşı kışkırttığım veya kışkırtmaya özendirdiğim; bununla da
bölücülük suçu işlemiş olduğum” iddia ediliyordu. 3 yıl süren davanın ardından
beraat etmiştim. Yaptığım savunmada “ülkenin başbakanının bile Dersim demesinin
bir suç oluşturmadığı bir yerde Dersim’de doğmuş, oranın kültürüyle yoğrulmuş
bir sanatçı olarak Dersim dememin neden suç sayıldığını sorgulamıştım. Bu
ifademe istinaden savcının yanıtını ise ilginçti. Savcı, “konuşmamda birden
fazla Dersim ifadesini kullandığım bununla da gerçek niyetimin anlaşıldığını”
belirterek cezalandırılmamı talep ediyordu.”



Tarih 14 Ocak
1996’dıydı. Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinde, 11 kişinin bulunduğu bir minibüs
otomatik silahlarla tarandıktan sonra ateşe verilerek yakılmıştı. Bu vahşetin
sonucunda, aralarında korucuların da bulunduğu 11 kişi inanması güç bir şekilde
öldürülmüştü. Barış İçin Bir Arada Çalışma Grubunda yer alarak olay
yerine giden tek sanatçıydı Ferhat Tunç.



Newroz’da ölümden
döndü



"PKK, bu Newroz'da ayaklanıp bağımsızlık ilan edecek" denilerek
günlerce Türk medyası tarafından psikolojik hazırlığı yapılan 92 Newroz
katliamı, Kürtlerin unutamadığı tarihlerden biri. Bu kanlı Newrozun
tanıklarından biri de Ferhat Tunç’tu. Akın Birdal başta olmak üzere bir çok
insan hakları savunucusuyla birlikte bu kanlı katliam günü saldırıya  uğradılar ve kaldıkları otelin odası panzer
kurşunlarıyla adeta kalbura dönmüştü. Ferhat Tunç ve beraberindeki heyet
merdiven boşluğuna sığınarak hayatta kalmışlardı. Ancak ne yazık ki bu
saldırılarda onlarca kişi ve gazeteci İzzet kezer hayatını kaybetmişti.



22 Haziran 2003 yılında Doğubeyazıt Festivali’nde yaptığı bir konuşma
gerekçe gösterilerek 7 Temmuz’da Muğla’nın Milas ilçesinde verdiği bir konser
sonrası önce gözaltına alındı ve bir gün sonra da tutuklanarak Muğla Cezaevi’ne
gönderildi. Ferhat Tunç, hakkında düzenlenmiş bulunan bu komployu açığa
çıkarmak için on gün uğraştı ve tahliye edildi. Ancak dava Erzurum DGM’de 2 yıl
boyunca sürdü. Bu davadan beraat eden sanatçı, Erzurum DGM’de savunmasını
yaparken mahkeme salonunda şu sözleri yankılanıyordu:


"Sayın
yargıçlar, Aynı tanrının çocuklarıysak, aynı göğün altında ve aynı toprağın
üstünde yaşıyor ve aynı havayı soluyorsak, niye aynı 'insanlığı'
yaşamıyoruz?" 


Er Kırandi olayı



Tunç, 11 Temmuz 2005 yılında Dersim’de PKK tarafından alıkonulan
er Coşkun Kırandı’nin gerillalardan alınarak ailesine teslim edilmesi olayında
yer aldı. Aralarında BDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş, Mihdi Perincek,
Umur Hozatlı ve Ferhat Tunç’ un içinde bulunduğu heyet, Dersim merkeze bağlı
bir dağ köyünde Er Coşkun Kırandi’yi gerillalardan alarak ailesine teslim etti.
Bu olay günlerce konuşuldu ve sanatçı Ferhat Tunç bu olayla ilgili 2 yıl
süresince yargılandı, sonrasında ise 
beraat etti.



Bu konuyla ilgili Ferhat Tunç bir yazısında şunları
söylüyordu; “Bizim yaptığımız şey; ülkemizin mutlak ihtiyaçlarının en başında
yer alan barış ortamının sağlanmasına katkı sunmaktı ve bu katkıyı biz önemli
bir barış eylemiyle sağlamaya çalıştık. Bunu, Dersim’deki askeri yetkililere
savcıya ve hakime de söyledik: Biz, insani ve vicdani bir eylem yaptık, yaşamı
risk altında olan bir insanı ailesine kavuşturduk; bu suçsa, hepimiz cezasına
razıyız…”




Devrimcileri
savunmak ve 17’ler




Sanatçı kimliğinin ötesinde adeta bir insan hakları
aktivisti olarak ülkemizin her yerindeydi Ferhat Tunç. Eruh Festivali’nde
yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında dava açıldı ve 15 yıl hapisle iki yıl
boyunca yargılandı. Bu davadan beraat etmişken, bu seferde Dersim’de katledilen
17 devrimciyle ilgili yaptığı bir konuşmadan ceza aldı. 1 ay hapis cezası alan
Ferhat Tunç, İbrahim Kaypakkaya ile ilgili bir savunmanın da öncüsü oldu.
Ferhat Tunç çıktığı televizyon programlarında İbrahim Kaypakkaya olayında
devletin suçlu olduğunu ve asıl devletin yargılanması gerektiğini haykırdı.



Ferhat Tunç, dünyanın en büyük özgür müzik dalında verilen
ödülün de sahibi oldu. 2010 yılı Dünya Özgür Müzik Ödülü’nü İranlı kadın
sanatçı Mahza Vahdat’la birlikte paylaştı. İngiltere’nin başkenti Londra
kraliyet sarayında kendisine verilen ödülü baskı, sürgün ve sansürün hedefi
olan bütün muhalif sanatçılar adına aldığını haykırdı.



2009 yılında Amerika Ducke Üniversitesi tarafından Kuzey
Carolina’ya davet edildi. On günlük bir program kapsamında Üniversitenin konuğu
olarak Amerika’ya giden Ferhat Tunç, üniversitede girdiği derslerde Kürt
sorunu, Alevilik ve Dersim konusunda önemli paylaşımlarda bulundu



Halkına hizmetin
başka bir aracı olarak milletvekili adaylığı


Uzun ve engebeli geçen bir mücadele geçmişini şimdi de
kendisinin varoluş gerekçesi olarak gördüğü Dersimin vekilliğine talip.
Dersim’in unutturulmaya çalışan tarihini yeniden gün ışığına çıkarmak,
Kürt-Kızılbaş Aleviliğinin, doğa ile kardeşliğin, yetmiş iki millete bir
nazarla bakan itikadın ve her ne olursa olsun haksızlığa uğrayan herkesin sesi
olmak için yola çıkan Tunç, Munzur’dan 
Mercana ve  Munzur’dan
Kızılırmak’a değin tüm nehirlerin özgür ve eşit akması için yola çıkıyor.

Ferhat Tunç için milletvekilliği mecliste kapılacak bir
koltuk değil, halkın sorunlarını dile getirilecek bir mevzi olarak görüyor. Halka
karşı sorumluluğun ve liyakatın göstergesi ise zorluklarla dolu mücadele geçmişi.
Dün halkının sesini sahnelerde, miting alanlarında Kürtçe klamları, Zazaca
ağıtlarıyla dillendiren” özgürlük mahkumları” ile zindanların sesi olmaya
çalışıp,“vuruldu ciğerparem” ile yüreğindeki acıyı dile getiren “Dersim’in Ozanı”
şimdi siyasette Dersim’in sesi olmaya çalışıyor.