Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Sefalet Kader Değildir

Görünen köy kılavuz istemez. 2009'da belirginleşen dünya ekonomik krizinin yansımalarını Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, ezilenleri de yaşadı, tecrübe etti. Fazla üretim krizinin faturasını emekçi halka yüklemekte burjuvazi, hiç duraksamadı. 2010'da emekçilere yine zam yağmuru, işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet görünüyor. Eğer ki boyun eğerlerse...

2008 Ekim'inde mali kriz olarak baş gösteren dünya ekonomik krizinin ilk görüngüleri, ekonomileri gelişmiş, spekülatif sermaye dolaşımının üst düzeyde olduğu emperyalist ülkelerde ortaya çıktı. Türkiye gibi spekülatif sermaye yoğunluğunun görece az olduğu ülkeler ise krizden ilk anda etkilenmemiş gibi görünse de, kriz gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini hallaç pamuğu gibi atmaya başladı, 2010'da bu durum daha da derinleşecektir.

Geçen yıl “Hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” demişti Erdoğan. Yeni yılın başında ise partisinin son grup toplantısında, “'Teğet geçecek' dedim, ama bu söz hafife alındı. İnanarak, bilerek söylüyorum, 2010 yılı, Türkiye için 2009'dan çok daha parlak bir yıl olacak” dedi.

2009'un sadece son altı ayında TÜİK'in verilerine göre 6 bin şirket, 23 bin 500 ticaret işletmesi kapandı. Sanayi Bakanlığı'nın verilerine göre ise kapanan sanayi işletmesinin sayısı 7 bine ulaşmış durumda. Yine TÜİK'in açıklamalarına göre resmi işsizlik oranı yüzde 13.4'e, resmi işsiz sayısı 3 milyon 324 bine yükseldi. DİSK'in araştırmasına göre gerçek işsizlik oranı yüzde 19.6, gerçek işsiz sayısı ise 5 milyon 528 bin. Kentlerde gerçek işsizlik oranı yüzde 25'e tırmanırken, genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 28'lere fırladı.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında yoksulluğun en yüksek olduğu üçüncü ülke konumunda. Gelir dağılımının en adaletsiz olduğu ikinci ülke. Toplumun en fakir yüzde 20'lik kesimi toplam gelirin yalnızca yüzde 6.1'ini paylaşırken, en zengin yüzde 20'lik kesimi ise toplam gelirin yüzde 44.4'ünü alıyor. Gelir dağılımındaki bu uçurum, zenginlerin uykularını kaçırıyor. Sosyal patlama düşüncesi tir tir titremelerine neden oluyor. Emekçi kesimlerin hareketlenmesi, gırtlaklarına yapışacakları duygusu rüyalarına giriyor.

İşte, 2009'un parlak tablosu! 2010 yılı 2009'dan daha parlak bir yıl olacak!..

AKP Hükümeti işçi, emekçi düşmanı yüzünü bir çok kez gösterdi. “Demokrasi havarisi” kesilen hükümet, kış günü işçileri sokağa attı. TEKEL işçilerine ya işsiz kalarak sürünün, ya da 4/C'li olarak sürünün dayatmasında bulunuyor. Özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışmayı; kısaca köleliği dayatıyor işçilere. TEKEL işçileri, yaptıkları referandumda eylemlere devam etme kararı aldı. Günlerdir Ankara'nın soğuğuna rağmen kararlılıklarını ortaya koydular ve tarihi bir direnişin onurunu taşıyorlar. TEKEL ile İstanbul Belediyesi'ne bağlı çalışan itfaiye işçileri direnişlerini birleştirdi. Başbakan, sermayenin çıkarları için amel defterini parlatırken, işçiler de sokakları parlatmaya girişti.

Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, son Bakanlar Kurulu toplantısının ardından IMF ile anlaşmak istediklerini açıkladı, müzakerelerin sürdüğünü ve kısa sürede neticelenmesini umduklarını söyledi. Hükümet, TÜSİAD ve MÜSİAD gibi sermaye örgütlerinin çıkarları doğrultusunda IMF ile anlaşma eğiliminde olsa da anlaşmayı beklemeden icraatlara başladı, daha imzayı atmadan IMF politikalarını uygulamaya soktu. AKP, gözünü kararttı, ekonomik krizin yükünü emekçilere yıkmak için tam gaz saldırı kararlarını aldı, uygulamaya soktu.

2010 yılında, bütçe giderlerinin 286.9, bütçe gelirlerinin ise 236.8 milyar TL olacağı öngörüldü. Bu hesaba göre bütçe, 50.1 milyar dolar açık verecek, bu devasa açık ise borçlanarak kapatılacak. Hükümetin yüzde 3.5'luk ekonomik büyüme hızına karşın gelirlerinde yüzde 16'lık bir artış öngörmesi, 2010 yılının zam yılı olacağını gözler önüne seriyor. Bütçenin gelir kaleminde yer alan dolaylı vergilerde öngörülen yüzde 23'lük artışsa, zamların halkın üzerine yağış biçimlerinden birisinin de dolaylı vergiler olacağını teyit ediyor. “Esnek istihdam biçimleri yaygınlaştırılacaktır”, “özelleştirmelere devam edilecektir” cümleleri, işçi ve emekçileri bekleyen saldırıların boyutlarını gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekici.

Yeni yıl zamlarla başladı. İlk zam, elektriğe ve akaryakıta geldi. 2009'da temel tüketim maddelerinin fiyatları ortalama olarak yüzde 17 arttı. Sırada Şubat ayının başında doğalgaza gelecek zam var. Doğalgaza yüzde 25 ila yüzde 50 arasında zam bekleniyor. İşçi ve emekçi memurların maaşlarına ise sefalet zammı yapıldı. Kamu işçilerine yüzde 3+5.5, emekçi memurlara yüzde 2.5+2.5 artış reva görüldü. Asgari ücrete ise sadece yüzde 5.2 zam yapıldı. 31 TL'lik artışla yeni asgari ücret, 577 TL oldu.

Sermaye düzeni ve onun sözcüsü hükümet, kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda, işçi ve emekçilere krizin faturasını yüklemek için büyük bir istek ve azami disiplinle mücadele ediyor. Zamlarla, zaten sefalet içinde yaşayan emekçi halkın iliğini sömürüp, yağını çıkartmak istiyor.

Öyle ise, işçiler, emekçiler, yoksullar, sefiller ne yapacak?

Zamları, yoksulluğu, açlığı, sefaleti kabullenip, boyun mu eğecek, yoksa krizin faturasını krizi yaratanlar ödesin diyecek, ekonomik krizin yaşamlarını çekilmez hale getirmesine ve zamlara karşı mücadeleye mi girişecek?

Zamlara karşı mücadele, krizin faturasını ödememe mücadelesinin en temel ayaklarından birisidir. Madem ki, sermaye sınıfı ve onun sözcüsü ve uygulayıcısı AKP Hükümeti, kendi sınıf çıkarlarını işçi sınıfı ve emekçilere dayatıyor, işçi sınıfı ve emekçiler de kendi sınıf çıkarları doğrultusunda gündemlerini oluşturmalı ve sermayeye dayatmalıdır.

Zamlara karşı mücadelenin olanakları nelerdir? İşçi ve emekçiler arasında krizin yaşamlarına yansımasına, işsizliğe ve de özellikle zamlara karşı tepkili. Her an patlamaya hazır öfke biriktiriyor emekçiler. Sabah okula gönderdiği çocuğunun beslenme çantasını dolduramayan, çocuğuna harçlık veremeyen, bebeğine süt bulamayanlardan bir hoşnutluk beklenemez. Özellikle emekçi semtler, akacak bir yol arayan emekçilerin öfkelerini biriktiriyor.

Bu öfke ve tepkiler, örgütlülükten uzak olduklarından bir harekete yol açmış değil. Şimdi asıl sorun, bu tepkileri örgütlemektir, bir toplumsal harekete dönüştürmektir. Madem ki, bir avuç asalak zengin dışında toplumun geniş kesimleri zamlardan mağdurdur ve tepkilidir, öyleyse zamlara karşı mücadelenin toplumsal zemini fazlasıyla geniştir. Sonuç alıcı bir mücadele hattı hedeflenmelidir. Zamlar, ezilen bütün toplumsal kesimleri birleştirebilecek ve birleşik mücadeleye seferber edecek bir zemindir. Geniş halk kesimlerini kapsamayan, içine alıp harekete geçirmeyen tarzda bir mücadelenin başarıya ulaşması mümkün olmayacaktır.

Zamlara karşı yürütülen mücadele, genellemecilikten uzak durmalıdır. Somut planlar ve hedefler doğrultusunda, sonuç alıcı darbeler indirmeye odaklanmalıdır. Zamları geri aldıracak bir irade ve kararlılığı örgütlemenin koşulları fazlasıyla mevcuttur. Bu kararlılık ve mücadele hattını büyütecek kazanımlar ve her küçük kazanımı, zamları geri aldıracak mücadelenin basamağı kılmak önemlidir. İlerici sendikalar, meslek örgütleri, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri ile geniş birliktelik sağlanmalıdır. “Zamlar geri alınsın. Krizin faturası patronlara” fikri etrafında olabildiğince geniş bir birliktelik oluşturulmalıdır.

Zamlara karşı mücadelenin temel dayanak noktaları ise emekçi semtler olmalıdır. Emekçi semtlerde, geniş katılımlı halk toplantıları örgütlenerek bu toplantılarda eylem kararları oluşturulabilir. Alışılagelen eylem biçimleri ve mücadele yöntemleriyle yetinilmemelidir. Kitlelerin katılımını esas alan envai çeşitlilikte eylem yapılabilir. Sosyal patlama kabusları görenlerin korkularını gerçeğe dönüştürmenin yolu buradan geçmektedir.(Atılım)