Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

MALAN BARKIR-Aziz Öz

Zamanı gelmiştir -Mayıs sonu, Haziran başıdır-, Şıvan'dan "Malan barkır le le/ goç vi re ket le le" şarkısın dinlemenin ve gereğini yapmanın. Havalar oldukça ısınmış, otlar yeşilliğinin sınırına gelmiş, yani sararmaya yüz tutmuş; koyunlar, kuzular "zerik" hastalığına yakalanmak üzeredir. Artık sırasıdır göç etmenin. Okullar (özellikle ilkokul) tatil oldu olacak. Taze ve ücretsiz bir işgücü olarak hazırdır öğrenciler. Komşular belirlenmiş ve bir araya toplanmış, hangi yaylaya gidileceği artık netleşmiştir. Denkler hazırdır. Koyun ve keçinin sütü azalmadan yola koyulmak gerek "başı duman duman Munzur'a doğru". Göç tarihi artık bellidir. O güne dek   hayvanları ve evleri taşıyacak kamyonlar, her türlü ihtiyaçlar, kısaca herşey ayarlanmıştır. Tarih yaklaştıkça telaş, heyecan alabildiğince artar. Zorlu bir süreç olacak. Çocuklar göçü bir macera gibi gördükleri ve arabaya binecekleri için heyecanlı; büyükler ise zorlu bir süreç olacağı için telaşlı ve kaygılıdırlar. Ve yükleme günü geldiğinde telaş zirve yapar. ;Bu dönemde sinirler oldukça gerginken, bağırış-çağırışlar her yanı kaplar. Zaman zaman çocuklar bu gerginlikten nasibini fazlasıyla alırlar. Hatta komşular arasında ufak sürtüşmeler de gözlenir. Aynı zamanda o büyük gerginliklerin kahkaya dönüştüğü bir dönemdir bu dönem. Herkesin aynı sazı, aynı notaları çaldığı ama, birbirlerini de çok dinlemediği bir dönemdir. 

 
Kuzular/oğlaklar bir hafta on gün kadar önce kamyonlara yüklenip götürülür ve yerine ulaştırılır. Her kamyona en az bir kişi ayarlanır. Çobanların 3-5 günlük yemeği de unutulmaz. Yanlarına bir ya da bir kaç köpek de verilir. Kamyonlar, 3-5 saatlik yolculuktan sonra,  gece ya da gündüz farketmez herhangi bir saatte SEYTXAN, KIRMIZI KÖPRÜ vb. gibi varış noktalarına ulaşır. Saatlerce aç-susuz kalmış ve mayısa bulanmış hayvanlar kamyondan atlayıp canhıraş sağa sola dağılır. Eğer yolculuk boyunca her hangi bir hayvan havasızlıktan boğulmamış ya da her hangi bir şekilde zarar görmemiş ise, bu taşıma etabı sorunsuz ve başarılı atlatılmış demektir. Ve asıl yorucu, tehlikeli ve de sancılı etap başlar. Hem yırtıcı hayvanlar, hem hava ve arazi koşulları, hem de güçsüz hayvanların durumundan dolayı son derece çetin bir süreç olacak. Zel gibi bir dağı ya da harsi gibi kurtların kol gezdiği bir yeri sorunsuz geçmek çobanlara ek olarak üç-beş kişi gerektirirdi. Öylesine zor bir süreç ki, Zel dağ’ını tünel kazarak geçmek, nerdeyse daha kolay olurdu. Doğa koşullarıyla boğuşa boğuşa  Munzur Dağları’nın kalbine yapılan yolculuğun çok önemli bir aşaması tamamlanır ve geri kalan sürüyü, evleri taşımak için çobanlar hariç diğer herkes geri döner. 
 
Sıra koyunlara ve asıl ağırlıklara gelmiştir. Yine aynı telaş, aynı ivedilik ve aynı ciddiyet içinde heyşey ama herşey kamyonlara yüklenir ve 3-4 ay sonra dönmek üzere yola koyulur. Aynı yol birkez daha aynı duygularla  katedilir. Kamyonlar boşaltıldıktan sonra, hayvanlar sağılır ve o çok zorlu etap birkez daha başlar. Hayvan sürüleri akşama doğru yola çıkarılır, ağırlıklar ise sabahleyin erkenden katırlara yüklenerek ve başta çocuklar olmak üzere herkes uykuya hasret, dinlenmeye hasret yola koyulur.  Bu uzun ve zahmetli yol o kutsal Munzur’un zirvelerine çıkılıncaya dek devam eder. Tam yerleşildikten sonra, eğer peynirler yerinde tüccara verilmiyorsa, bu kez iki günde bir saatlerce yol katedilerek SEYTXAN’a peynir taşınırdı Elazığ’da satmak üzere. 
 
SEYTXAN, yani “Kutuderesi”. Ama öylesine bir dere değil elbette. Bu yemyeşil vadi, buz gibi sularıyla cennetten bir köşe gibi. Kim bilir tarihte ne çok olaya tanık olmuş, ne çok şey görmüş. İnsan bir temenni olarak söylemeden edemiyor.  Keşke dili olsa da anlatsa 1937-38 katliamını, insanlığın o tarihteki bitişini, ”ulus devlet” kuruyorum diye nasıl insanlıktan çıkıldığını, “modernlerin” “vahşilere” uyguladığı o vahşeti. Okusa tüm bu olanları içten bir müzik eşliğinde.
 
Modern yaşamla doğal yaşamın  kesiştiği sınırdı SEYTXAN.  TV’li, arabalı, okullu, şehirli,stresli yaşamdan, gökyüzü ve yeryüzünün en yalın halinde olduğu, güneşin insanı yakmadığı, geceleri gökyüzünün adeta yıldızlara boğulduğu, ayın nerdeyse güneş gibi parladığı, gecelerin çobanlara emanet edildiği, " tarih öncesi köpek havlamalarının", börtü böcek seslerinin ya da çobanların “hır ho” seslenişlerinin ancak sessizliği bölebildiği, kimyasal kirlenmenin olmadığı, insanın okuduğu kitapla başbaşa kaldığı bir yaşama geçiş güzergahı. 
 
SEYTXAN’da bir başkaydı arabanın sesi. Asla bir gürültü değildi. Hele Mirik yolundan SEYTXAN'a yaklaştıkça su sesine karışarak gelen araba sesleri insanın heyecanına heyecan katıyordu. ”Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi” birşeydi. SEYTXAN’da bir başkaydı araba, benzin, mazot kokusu. Dünyanın en güzel parfümünü koklamak gibi birşeydi. SEYTXAN’da bir başkaydı ekmek-peynir-üzüm, ekmek-peynir karpuz, ya da ekmek-antep helvası yemek. Dünyanın en iyi aşçısının elinde çıkmış en güzel yemeğini yemek gibi birşeydi. SEYTXAN’da bir başkaydı peynir arabasını beklemek, ya da dağdan gelenleri beklemek. SEYTXAN’da  bir başkaydı ZILFO’nun dükkanında alış veriş yapmak ve de söyleşmek. SEYTXAN’da bir başkaydı kavak ağaçlarının yapraklarının rüzgarda çıkardığı ses. SEYTXAN’da bir başkaydı bir dostu görmek ve selam göndermek başka tanıdıklara. 
 
İnsanı hep bir heyecan sarardı SEYTXAN’da. Dağdan inerken de, dağa çıkarken de hep bir tatlı telaş, hep bir tatlı koşuşturma olurdu. Ve şimdi içinde nostaljik bir duygu saklayarak bir başkadır SEYTXAN’ı ziyaret etmek, orada dinlenmek, suya girmek ve sırtını ZEL Dağı’na yaslayarak gölgede düşsel ve düşünsel bir yolculuğa çıkmak. Ve şimdi bir başkadır, geçmiş günlerini ve yitirdiklerini de anımsayarak, ve de alabildiğince  hüzünlenerek bakmak Zel dağına, Mirik ya da Harsi yoluna.
 
Aziz ÖZ
Haziran 2013