5 Nolu Cezaevi belgeseli Diyarbakır'da
Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları neredeyse 30 yıl sonra tekrar gündeme taşıyan belgesel için yaklaşık 80 kişiyle röportaj yapıldı. Yönetmenliğini Çayan Demirel'in üstendiği film 2 yılda tamamlandı. Kültür Bakanlığı Sinema Telif Müdürlüğü'nün Eser İşletme Belgesi verdiği film, artık DVD olarak da piyasaya sunulabilecek. Filmin İngilizce, Almanca, Fransızca ve Kürtçe altyazılı DVD'lerinin yaz başına kadar hazır olması planlanıyor. 3 önemli ödülün sahibi olan film, 21 Mart'ta düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali'nde de birinci ilan edildi.
Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü alan 5 No’lu Cezaevi’nin yönetmeni Çayan Demirel, üniversitede iktisat okuyan bir isim. Belgesel çekmek dışında bir işi olmadığını söyleyen Demirel “Bugüne kadar ödenmiş tek gün sigortam yok. Hayatı bazen idame edemiyorsunuz ama iddialı işler yapmış oluyorsunuz” diyor
Onun adını 1938’de yaşanan Dersim olaylarını belgesele konu etmesiyle duyduk. Çayan Demirel, Dersimli idi ve büyüklerinin yaşadıklarını Dersim 38 adlı belgeselle anlattı. Bundan iki yıl önce ise Urfa’dan Diyarbakır’a, Mardin’den Malatya, Ankara ve hatta Almanya’ya giderek 12 Eylül döneminde Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde kalanların hikayelerini dinledi ve yaşanan dramları 5 No’lu Cezaevi adlı belgeselde topladı.
33 yaşındaki Demirel’in bu çalışması geçen ay Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı. Demirel, bu belgeseli tarihle yüzleşmek adına çektiğini belirterek, şunları söylüyor: “Sağlıklı bir toplum olmak adına kendimiz ve tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ben Dersimliyim, Aleviyim, Kürdüm, yoksul bir ailenin çocuğuyum. Annemin konuştuğu dili ben bilmiyorum. Kendime bunun nedenini sorduğumda kendimi Diyarbakır Cezaevi’nde, Dersim 38’de ve biriktirilen 85 yıllık bir tarihte buluyorum. Çünkü ben dünün sonucuyum. Belgeselin bunun sonucu ortaya çıktığını söyleyebilirim.”
OLAYLAR RÜYALARIMA GİRDİ
Belgeselde, cezaevinde 1980-84 yılları arasında yaşananlar anlatılıyor. Belgeselde konuşanlar mahkumlar, avukatlar ve aileler. Hepsinin anlattığı bir başka acı... Konuşmak için ulaştığı pek çok kişiyi ikna etmekte zorlanmamış Demirel: “Yaşadıklarını anlatmakta zorlanmıyorlar. Bunun bir sistem sorunu olduğunu çok iyi biliyorlar.” Anlatılan işkence olayları Demirel’in psikolojisini etkilemiş ama sıyrılmış bu durumdan: “Travmatik bir durum yaşamış insanla konuşmak bir travma yaratıyor insanda. Bundan sıyrılmak zorundaydım çünkü bir anlatıcı olarak o acının dışına çıkıp bir anlatım çizmek durumundaydım.”
GARDİYANLARI BULAMADI
Demirel belgeselde yer vermek için dönemin sıkıyönetim komutanı Kemal Yamak’ı aramış ama anılarını bir kitapta yazdığını belirterek görüşmeyi reddetmiş. Demirel “Gardiyanlar ise kara bela, gestapo, minik, horoz gibi isimler kullandıkları için kimse onların kimliğini bilmiyor” diyor. Belgeselde Kenan Evren de yok. Demirel Evren’in 12 Eylül adlı belgeselden görüntülerini kullanmış, kendisiyle görüşmediğini söylüyor.
İnsan ölmeden kaç kere öldürülebilir?
İran’da binlerce yıl öncesine ait mağaralar, zorlu kış aylarında köylülere ve hayvanlarına barınma olanağı sağlıyor.





Em ‘ewul pezan nas bikin, sê çeşît rengê pez hene; pezê sor, spî û reş. Xûyê bizinê bi rik û har e, mih jî sernerm û mûlayim e.
Biletler için:
Sesi ve müziği ile ünü Amerika’ya varan Kürt sanatçı Aynur Doğan, bir süredir yaşadığı Avrupa’dan dünyaya açılma projeleri üzerine çalışıyor. Aynur Doğan, uluslararası alanda prestijli müzik şirketleri ile yeni projeleri üzerinde çalışırken, Amerika’nın Boston kentindeki Berklee Müzik Okulu tarafından kısa bir süre önce kendisine verilen “Akdeniz Müziğinin Divası” ödülü ile müzik kariyerinde yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor.
Yönetmenliğini yaptığım film ‘He Bu Tune Bu’ (Bir Varmış Bir Yokmuş) festivalinizde değerli bir ödüle layık görülmüştür. Bir sinemacı için tatbiki ödüllendirilmek gurur verici ve teşvik edici bir olaydır. Ancak üzülerek belirtiyorum ki bu ödülü kabul edemeyeceğim. Hepinizin bildiği gibi geçen yıl Avrupa’nın göbeğinde, Paris’te, şehrin ortasında üç siyasetçi Kürt kadını güpegündüz vahşi bir şekilde katledildiler. Dünyanın en güvenli bölgesi olarak bilinen Avrupa maalesef bu üç devrimci kadına mezar oldu. Bu katliamın üzerinden uzun vakit geçmesine rağmen Avrupa hükümetleri ve yargı kurumları maalesef yeterli bir duyarlılık gösterip olayı hala aydınlatmadılar. Avrupa ve özellikle Fransız hükümetinin bu sessizliği ve duyarsızlığı Fransız istihbaratının ve dolayısıyla hükümetinin bu olayın üstünü örtmeye çalıştığı izlenimi vermektedir. Bu olay ile birlikte, Kürtler ve ezilen diğer halklar açısından, Avrupa’nın demokratik, adil ve hümanist değerleri anlam yitimine uğramıştır. Avrupa’nın aydınları, sanatçıları, siyasetçileri bu olaya karşı yeterince ses çıkarmayarak üzerlerine düşen sorumluluklardan kaçınmışlardır. 

Hasan Coşar‘la, çıkardığı ilk kitabı ’’Tarihte ve Günümüzde Kadın’’ üzerine bir söyleşi yaparak, siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

