Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Sanat ve Sosyo-Kültürel Zihniyet

Sanatı ve sanat eserlerini halkın ya da halkların geleneksel zihniyetlerinin bir yansıması olarak tarif etmiş, sanatla sosyo-kültürel yapı arasındaki ilişkiye dikkati çekmiştik. Sosyoloji eserlerinde genellikle “gelenek” resmi olmayan sosyal grupların basit yapıp-etmeleri olarak ele alınmıştır. Bu yüzden de gelenekler basit sosyal faaliyetler olarak algılanmıştır. Oysa “gelenek” bir şeyin, şeylerin yapıla gelmiş, kurumlaşmış örüntüsüdür. Bu nedenle gelenekler ve sosyal zihniyetler bir sosyo-kültürel yapının DNA’larıdır. Dolayısıyla Nirun'un da dediği gibi, gelenekler ve görenekler sosyal hayat tarzını düzenleyen kaideler olarak algılanmalıdırlar.


Konar-göçlerin, yani yaylak ve kışlaklarda yaşayanların kültürel etkileşimleri sanayi devrindeki sosyal gruplara göre çok az, hatta yok denecek tarzdadır. Çünkü bu insanların öbür insanlarla kültürel ilişkileri çok az olmakla birlikte, birbirlerinin sosyo-kültürel etkilerinde kalmaları, ilerideki esaretlerinin de habercisi olmaktadır. Bunun en iyi örneklerini Orhun yazıtlarında görmek mümkündür. Ayrıca geleneksel sosyo-kültürel yapı, sosyal hayatın en muhafazakar olanını teşkil eder. Böyle olmamış olsaydı, yüzlerce yıllık zamana ve kilometrelerce mesafeye rağmen, dünyada bilinen ilk halı üzerindeki damgarın Altaylar’dan Anadolu’ya kadar olan bir alanda hâlâ görülmeleri mümkün olur muydu?

Sosyo-kültürel hayattan sözeden bir çok sosyal bilimci, geleneksel yapı ile kültürel yapı arasındaki ilişkilere dikkatimizi çekerler. Mesela Taylor, Gadomer ve Ricoeur gibi bilim adamları kültürel hayatın gündelik eylemlerden kaynaklandığını ifade ederler. Ayrıca her sosyal grubun pratik kaygıları ile sosyal dünyaya bakışları, sahip oldukları tarihi miras ve bu mirasın oluşturduğu zihniyet nedeniyle farklıdır. Dolayısıyla “bir milletin hayata baktığı mercekler, öbür milletlerin kullandığı merceklerden farklıdır”. Durum böyle olmakla birlikte, genellikle sosyal bilimciler ellerine bir metre ya da tartı aleti alarak sosyo-kültürel hayatı tahlil etmeğe çalışırlar. Hatta daha da vahimi, bazıları birkaç kitaba göz atıp, önlerine gelen her türlü sosyo-kültürel konu hakkında kesin sonuçlara varabilirler. Burada yaptığı iş ile hiç ilgisi olmayan ve ne olduğu belirsiz unvanların kullanılması ise halk üzerindeki izin derinliğini daha da artırmaktadır. Çünkü halk samimidir, bu samimiyetinden ötürü de ünvanlı yetişkinlerin yanlış yaptığını düşünemez. Bu nedenle “gözlük takan şahıstan merceklerin formülünü bilmesini nasıl isteyemezsek milletlerin de kendi hayat görüşlerini tahlil etmelerini bekleyemeyiz. Gözlük hakkında bilgi sahibi olmak istediğimiz zaman, bu konuda doktora gider ve önüne koyduğumuz her merceğin formülünü yazmasını bekleriz. Hiç kuşku yok ki çağdaş dünya milletleri için bu tahlilin yapılması işinin sosyal ilimlerle uğraşan bir ilim adamına ait olduğunu kabul edeceğiz” ya da etmek zorundayız. Umarım bu süreç bizim için uzun bir zaman olmaz.

Sosyal bilimcilerin genelde iki temel görevi vardır. Birincisi her bilim alanında olduğu gibi uğraşı alanında en ileriye koşma çabası, ikincisi ise yaşadığı sosyo-kültürel yapıyı anlama ve yorumlama faaliyetidir. Bu süreçte sahip olduğu zihniyet ona rehberlik etmelidir. Çıplak gözümüzle ya da gözümüzdeki gözlüğün numarası ve rengi ile etrafımızı görür, sahip olduğumuz zihniyetler ile de sosyal dünyayı algılar ve yorumlarız. Bu nedenle Mucchielli’ye göre zihniyet, bir sosyal grubun görünmeyen referans grubudur. Çünkü farkında olmadan insanlar sahip oldukları geleneksel zihniyetleri ile sosyal ve fiziki hayatı algılarlar ve yorumlarlar; gerekçelerini de sahip oldukları zihniyetle izah etmeğe çalışırlar. Bu açıdan bakıldığında Rothacker sanatı sanat yapan şey, şekle verilen biçimdir der. O halde bir sanat eserini değerlendirirken ilk önce onu yapan ya da yapıldığı sosyo-kültürel yapının esas alınması gerekmez mi? Bu sorunun cevabı elbette evet olmalıdır. Çünkü sosyo-kültürel hayat bir boşlukta meydana gelmediği gibi onun ürünleri ile yapıcıları da başka bir mekanın insanları değildirler. Bu nedenle bir sanat eserini anlamlı kılan o halkın zihniyetidir. Zihniyet ise bir halkın ortak düşüncesi, eylemi, bakışı ve nesneleri yorumlama tarzıdır. Dolayısıyla zihniyet, sosyal grubun veya grupların bir bakıma hafızasıdır. Başka bir tabirle “zihniyet, bir grubun kültürel kimliğinin temel bileşkenidir”. Öte yandan bir sosyal grubun eylemlerini anlamak ve yorumlamak için o grubun sosyal kimliğini belirleyen etkenlerin başında gelen zihniyet dünyasını bilmek ve anlamak gerekir. Aksi takdirde sosyal grupları yeterince ifade edemediğimiz gibi millet olma sürecinde önemli rolü olan sosyal bütünleşme (social integration) kavramının içeriğini anlamakta da güçlük çekeriz.

Sonuç olarak sosyo-kültürel hayatta, coğrafi şartlara bağlı olarak gelişen bazı ayrıntılar farklılıklar olarak değerlendirilirse sosyal bütünleşme süreci geciktiği gibi, birtakım sosyal sapma davranışlarına da yol açılabilir. Mesela dünyada bulunan ilk halı örneğindeki damgaları anlamadan, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görülen aynı damgaları anlamak mümkün olamaz. Geniş Türkistan coğrafyasındaki koç başlı mezarları ve damgaları hesaba katmadan da özellikle Doğu ile Batı Anadolu’daki mezarlarda kilimlerde, halılarda görülen koç başı damgalarını anlamak mümkün olmayabilir.

Dr.Mustafa Aksoy (www.mustafaaksoy.com)