Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

‘Tunceli Kanunu’ hala yürürlüktedir

Kimliksiz kölelik koşullarındaki hallerine bakıp Kürtlere acımak onur kırıcı bir davranıştır. Kendi köleliğini bir kendini acındırma vesilesi yapmak ise çok daha çirkin ve alçakçadır. Köle birine acıyan kimse aslında onu aşağılarken, kendini acındıran köle kendi düşürülmüşlüğünü meşrulaştırmaya çalışır. Bu nedenle köleliğine isyan etmeyen birinin özgür yaşamın değerini bilen kimsede uyandırdığı tiksinti duygusu kesinlikle yerindedir ve soyludur. Acıma duygusu ortalama insanın sokakta yanından geçtiği dilenciye yönelik tutumunu yansıtır ve pratikteki karşılığı çoğu zaman sadaka benzeri bir bağışta bulunmaktır. Buna karşılık tiksinti duygusu yaşayan kimse köleliğin reddi anlamına gelen bir duruş içindedir ve bu davranışıyla kendi düşkünlüğüne gerekçe arayan köleyi özgürlüğüne sahip çıkmaya davet eder. Kölenin ihtiyacı olan şey sadaka değil, demokratik bir toplumda özgür bir yaşamdır. Özgür yaşamla buluşmak için kendini paralamayan bir köle, tiksinti ve nefreti hak eden aşağılık bir asalaktır.
Türk-Kürt ilişkisinde yaşadığımız efendi-köle ilişkisinin devam etmesinin tüm sorumluluğunu efendiye yükleyen mantık asla özgür birlikteliğe götürmez. Efendi tanındıktan ve ilişkisi tanımlanmaktan sonra gerekli olan dönüp kendine bakmaktır. Kölelikten kurtulmak isteyen, kendi konumunun bilincine vardıktan sonra artık esas olarak kendi gerçekliğini sorgular. Efendi-köle ilişkisi içinde yaşamasının nedenlerini araştırır. Kölelik köleleştirilenin yenilgisi üzerinde inşa edildiği için, öncelikle gerekli olan şey yenilginin nedenlerini bilince çıkarmaktır. Seyid Rıza’nın “Ben sizin hilelerinizi çözemedim, bu bana dert oldu” sözü en azından yenilginin nedenlerinden birine ışık tutar. Gerçek niyetlerini fark edememeleri ve dönemin devlet temsilcilerinin görüşme talebine olumlu cevap vermelerinin Seyid Rıza ve arkadaşlarını darağacına götürdüğü açıktır. Hal böyleyken bundan ders çıkarılmaması, sadece ve sadece özgür yaşam tutkusunun çok zayıf olduğunu gösterir. Bunun kanıtları oldukça fazladır.
Seyid Rıza Erzincan Valiliğince tutuklandığında, “Hukumato bê şeref û zureker”(1) diye haykırmıştı. Bu cümle kendisini tuzağa düşürenlere karşı bir isyanı ifade ediyordu ve yerindeydi. Şimdi yine özelde Dersim’e, genelde Kürdistan’a bir tuzak kuruluyor. Tam bir savaş hilesi olan ve gerçekte Erdoğan’ın hiç dilemediği sanal türden bir özür, keklikleri tuzağa çeken kapanın içindeki buğday taneleri gibi birçok insanı kendisine çekebiliyor. Tuzağa düştüklerinin hala farkına varamayanların iyi niyetli olduklarını varsayalım. Kurulan tuzağın dehşet verici sonuçları bütün boyutlarıyla orta yere serildiğinde, bu kesimlerin Yeşil Türkçü AKP faşizmine isyan etmelerinin bir anlamı kalır mı? O zaman istenildiği kadar faşizme lanet okunsun, bunun hiçbir değeri olmayacaktır. Özgürlüğe bağlılık duyarlılık gerektirir. Hile karşısındaki duyarsızlık özgürlüğe duyarsız kalmakla eşanlamlıdır.
Sonradan geliştirilecek soykırımın yasal dayanağını oluşturan ‘Tunceli Kanunu’ 1935’te Meclis’te onaylanırken Dersim’de bir isyan var mıydı? Hayır, yoktu. Olmadığını Meclis’te sözü edilen kanunun bazı maddeleri üzerinde yapılan tartışmalar da gösteriyor. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, bu kanun tasarısını Meclis’e sunarken Dersim’deki duruma değinerek, “Orada anormal bir şey yoktur. Efkarı umumiyeye arz etmek isterim ki, memleketimizde anormal bir vaziyet yoktur” demişti. Peki, o zaman ‘Tunceli Kanunu’ neden çıkarıldı? Dersim’in doğal özerk haline son vermek için, kırım ve kıyımlarla bu özerkliği sona erdirmek için, soykırım artıklarını asimilasyon değirmeninde eritip Türkleştirmek için, ulus-devlet dışında bir güç odağı bırakmamak için.
Milletvekili Raif Karadeniz, İçişleri Bakanının “Orada anormal bir şey yoktur” sözüne açıklık getirmek için şunları söylüyordu: “Dahiliye Vekili fevkaladelik yoktur dedi. Bunu şu manada anlamak lazımdır. Evet, orada muharebe yoktur, top sesleri işitilmiyor. Fakat hükümeti tanımayan, yalnız aşiret reislerini tanıyan bir zümre vardır. Medeni bir memlekette en büyük kuvvet hükümettir, devlettir. Bunun yerine en büyük kuvvet olarak aşiret reisini veya bir ağayı tanımak ne demektir? Bu, hukuki manada anormal bir vaziyettir. Hukuki manasında normal denilemeyecek bir haldir. O halde bu vaziyetlerde ne yapılabilir? Teşkilatı Esasiye Kanunu bunu düşünmüştür. 86. Madde ile fevkalade ahvali nazarı itibare almıştır ve yapılabilecek şeyleri göstermiştir.
“Teşkilatı Esasiye Kanunu fevkalade ahvali şu kelimelerle tarif ediyor: Hali harp, isyan vukuu veya cumhuriyet aleyhine bir isyan yapılacağına dair kuvvetli emareler görülürse… Bu gibi ahvalde idarei örfiye ilan olunur demiş. İşte bu kanun onu yapıyor. Layihada idarei örfiye kelimesi kullanılmamış, ama yaptığımız şey bundan başka bir şey değildir.”(2)
Bakarkörler dışındakiler için her şey son derece nettir: Türk devleti ‘egemenliğin paylaşılamazlığı’ ve ulus-devletin ‘mutlak egemenlik’ hakkı için Dersim’i kana boyamıştır. Sözüm ona devletin Dersim’deki uygulamaları nedeniyle özür dileyen Başbakan bu tekçi ulus zihniyetinden vazgeçmiş midir? Vazgeçmediğini herkes biliyor. Öyle ki, ‘Tunceli Kanunu’nun çıkarıldığı dönemin ulus-devletçi siyasetçileri bile ‘tek devlet’, ‘tek millet’, ‘tek dil’ biçiminde sıralanıp giden tekçilik edebiyatına onun kadar sarılmamışlardır. Başka bir deyişle sözde özür dileyen adam, Dersim soykırımının ardından daha güçlü şekilde teçhiz edilmiş ulus-devletin tepesinde bulunan ve gururla “Evet, ben devletçiyim, ben milliyetçiyim” diye efelenen adamdır. Özür dileyen yapılan işten duyduğu utancı dile getiriyorsa, anında yapması gereken şey utanç duyduğu işten vazgeçmesi değil midir? Peki, Erdoğan böyle davranıyor mu? Hayır. O zaman balıklamasına Erdoğan’ın oltasındaki yeme saldıranlara ne demek gerekir?
Bugün Kürdistan’da bir siyasi soykırım uygulaması yaşanıyor. Her gün onlarca Kürt siyasetçisi gözaltına alınıyor ve bunlardan çoğu AKP savcıları tarafından cezaevlerine gönderiliyor. Siyasi soykırımın gerekçesi, bunların ‘egemenliğin paylaşılamazlığı’ ilkesini ihlal etmeleri ve sözde ‘paralel devlet’ kurma girişiminde bulunmaları oluyor. ‘Tunceli Kanunu’nun ve ardından gelen korkunç kırımın gerekçesi Dersim Kürtlerinin ‘en büyük kuvvet olarak aşiret reisini veya bir ağayı tanıma’larıydı. ‘Tunceli Kanunu’nun esbabı mucibesindeki ‘aşiret reisleri ve ağalar’la onların yönetimini tasvip eden zümrenin yerini, KCK tutuklamalarının gerekçesinde bu kez PKK ve ‘peşine takılmış Kürtler’ alıyor. Ulus-devlet tekçi otoritesini tesis etmek için Dersim Kürtlerini kurşunun ve süngünün gücüne dayanarak bertaraf etmişti. Aynı ulus-devletin başındaki AKP Hükümeti ise PKK’nin ezilmesi adına Dersim soykırımının hedefleriyle bire bir örtüşen çok daha tehlikeli bir soykırım pratiği sergiliyor. Bu koşullarda gündeme gelen aslında hiç dilenmemiş özür, sadece soykırım uygulamalarının üstünü örtmeye çalışan bir asma yaprağı işlevini görüyor.
Bugün AKP Hükümetinin marifetiyle hazırlanan ve KCK tutuklamalarına dayanak oluşturan ‘Terörle Mücadele Kanunu’ en az ‘Tunceli Kanunu’ kadar, hatta ondan daha tehlikeli bir soykırım yasasıdır. TMK’nın ruhu ile ‘Tunceli Kanunu’nun ruhu arasındaki özdeşliği görmeyenler, genelde soykırıma ve özelde Kürt soykırımına karşı tutarlı ve sonuç alıcı bir mücadelenin sahibi olamazlar. Bu açıdan bakıldığında, “Kendimi ihbar ediyorum, ben de KCK’liyim” demek ve bunu temel bir mücadele yöntemi olarak benimsemek tek başına ciddi bir anlam ifade etmiyor. Kuşkusuz BDP’nin üye sayısını arttırmaya çalışması yerindedir. Ancak bu insanlar soykırıma karşı daha örgütlü ve sistematik bir mücadele yürütmek için partiye üye olacaklarsa üyelikleri bir değer taşıyabilir. Kısacası soykırıma karşı mücadele soykırım uygulamalarını tamamen boşa çıkartacak yöntemleri esas alıp hayata geçirmek zorundadır.
Yeniden başa dönecek olursak, bugün Kürdistan’ın her yeri Dersim yapılmıştır. Başbakanın sanal özrü işte bu gerçeği perdelemeyi öngörüyor. ‘Tunceli Kanunu’ hala yürürlüktedir ve tüm şiddetiyle hükmünü icra etmeye çalışıyor. Atlantik ötesinden Kürtlerin katline ferman çıkaran ‘Gavur İmam’, AKP Hükümetinin ‘Tunceli Kanunu’nu uygulayarak Kürt sorununu ‘nihai çözüm’e kavuşturmasını istiyor. Bu gerçeğe gözlerini kapatan, ne denli iyi niyetli olursa olsun, sadece kendini kandıracaktır. Kendini kandıran kişiden daha tehlikeli bir tip yoktur. Girişte söylenenler işte bu tipin gafil duruşuna yönelik öfkeyi anlatıyor. Unutmayalım: Gaflet çoğu zaman ihanetten çok daha tehlikeli sonuçlar doğurur.
1) - “Şerefsiz ve yalancı hükümet”
2) - İsmail Beşikçi; Tunceli Kanunu ve Dersim Jenosidi

ALİ HAYDAR YERKAN